Mübarek Ramazan'ýn hulûlü münasebetiyle, Müslüman okuyucularýma tebriklerimi sunuyor ve Allah'u Teâlâ'nýn bu mübarek ayýn hürmetine insanlýðýn geride kalan kesimlerine de huzur ve sukûnet nasib eylemesini niyaz ediyorum.
Ýnþaallah, bu ayda, bedenî ve derunî açýdan nefislerimizi temizlemek, arýndýrmak, ve yemek vs. için yaþamak deðil, yaþamak için ihtiyacýmýz kadarýyla yetinmek idrakimizi daha bir geliþtiririz.
Derler ki, ârif bir zat, bir gün oruca niyetlenirken, içinden de, 'akþam, iftarýmý yoldan geçen bir garib, fakir veya kimsesizle açayým...' diye geçirir...
Birinci, ikinci gün öyle birisi gelmez... Üçüncü gün, fakir, garib birisi yoldan geçerken, bu ârif zat, onu sofrasýna çaðýrýr. Sofranýn sahibi, 'Haydi, Allah'a dua edip baþlayalým...' dediðinde, o yabancý, 'Ben Tanrý'ya inanmam ki...' diye karþýlýk verir. Sofra sahibi, onca olgun birisi olmasýna raðmen, kýzar ve 'Kalk soframdan be adam... Bir fakir, garib, aç kiþi gelsin de birlikte iftar açayým dedim, sen de imansýz çýktýn.. Kalk soframdan!' der..
O zaman, Allah'u Teâlâ'dan onun kalbine, 'Ey kulum, ne kadar acelecisin. Ben onun bana inanmadýðýný bildiðim halde, onu 50 yýldýr rýzksýz býrakmadým.' diye bir ilham gelir.
*
Ve insan, sadece yiyecek- giyecek, gelecek için yaþamayýp; 'Ben neyim, kimim ve niçin varým?' diye kendisini tanýmak için kafa yormadýkça, hayatta bir ot gibi veya sadece bedenî ihtiyaçlarýný karþýlamaktan ibaret bir dünyasý olan diðer canlýlardan ne farký kalýr?
*
Genel olarak Müslümanlar arasý tebrikleþme bir hayli yaygýn... Hele de cep telefonlarýnýn icâdýndan sonra, kliþeleþmiþ bazý söz, yazý, þekil veya videolar, bir týklama ile binlerce numaraya gönderiliyor, zahmetsizce... Ama, 'mânâsýný düþünerek tebrikleþiyor muyuz?' diye kendimize bir sual sorsak, çoðumuz sýnýfta kalýrýz... Tebrikleþmeden murad, 'tebrik edilen her ne ise, onun bereketine ermek' temennisidir. O berekete erebilmek için de, mânasýný anlamak, düþünmek ve yaþamak gerekir.
Ortaokul sýralarýndayken, rahmetli babama, 'Baba, niçin oruç tutuyor ve namaz kýlýyoruz?' diye sorduðumda, okuma-yazmayý sonradan öðrenmiþ ve kendi çapýnda bir köy filozofu durumunda olan babam, önce, 'Oðlum, bu nasýl soru böyle?' diye hýþýmlanýr ve ýsrarýmý görünce de, çok net bir iman teslimiyeti içinde, 'Allah emrediyor da onun için...' derdi. Ýman kapýsýna, felsefî, fikrî tartýþmalarla varýlabilir mi, bilmiyorum. Ama, asýl olan, þüphelerden arýnmýþ bir kalbî teslimiyettir.. Ve, inanmak isteyen için, yeteri kadar ýþýk vardýr; inanmak istemeyen için ise, her þey kap-karanlýktýr...
*
Ýman ettiðimizi söylediðimiz hususlarýn gereklerini yerine 'Nasýl?' getireceðimiz konusunda ilmühal kitaplarýndan az-çok bir þeyler öðrenebiliriz; ama, 'Niçin?' sorusunun cevabýný derinlemesine düþünmeden vermek neredeyse imkânsýzdýr.
Merhûm Ârif Nihad Asya'nýn güzel dörtlükleri de vardý, gençliðimde... Bazýlarý hâlâ ezberimdedir. Bunlardan birisi de þöyleydi:
'Bir gün öðrenmek isteyip içimdekini..
'Niçin?' diye açýlýrken aðzým..
Lügatlerden çýkardýlar, 'Niçin?'i,
Dediler, 'Nene lâzým!.'
Evet , 'Niçin?' sorusunun altýndan kalkmak zordur.
*
Geçen hafta, Birlik Vakfý'nda Ýstanbul Ýlâhiyât'ýn hocalarýndan Prof. Aydýn Topaloðlu'nun, 'Modern Dönemde, Akýl ve Ýnanç Ýliþkileri ve Deizm Tartýþmalarý...' konulu ilginç bir sunumu vardý.. Onu dinlerken, 65 yýl öncelerde, babama sorduðum sorularla, 'Bu deyim o zaman bilinseydi, bana da 'deist' denilebilirdi...' demekten kendimi alamadým. Her soruya derhal böyle yaftalamalarla cevap verilmemeli...
Bir Ýlâhiyât hocasýnýn 3 yýl kadar önce, 'Benim öðrencilerimden öyle sorular geliyor ki, bunlarý ancak 'deist'ler sorar...' sözleri, medyadan da yaygýn þekilde yansýyýnca, bu laf, bilen veya bilmeyen hemen herkesin aðzýnda sakýz oldu..
Bugün aileler büyük sýkýntýlar yaþýyorlar.. Çünkü, çocuklarýn, ellerindeki cep telefonlarýyla, inançsýzlýk bombardýmaný altýnda kaldýðýný, hele de anneler daha bir hissediyor veya görüyorlar ve 'Eyvah, çocuðum 'deist' veya ateist olmuþ galiba...' diye yakýnýyorlar. Ama, bu nitelemelerin ne demek olduðunu' da çoðu kimse bilmiyor. Çünkü, anne-babalar, çocuklarýnýn sadece yiyecek, giyecek ve maddî gelecekleri üzerine eðiliyorlar, umûmiyetle...
Buna bir de, ekranlarda Ýslâm adýna yetkisizce ve sorumsuzca sergilenen trajikomik ahkâm kesmeleri ve devamlý 'kâfir üretmeye ' yönelik hevesleri ekleyelim; körpe ve de baþka kültürlerin, inançlarýn kasýrgalarýna maruz kalan genç nesiller þaþkýna dönüyorlar. Onlarýn ruhlarýyla, ruhî-derunî dünyalarýyla ilgilenmiyoruz ve bu konularda fazla bir þey de bilmiyoruz. Ýslâm'ýn özünü Kur'an ve Sünnet-i Nebevî'den öðrenmek asýl olmadýkça, bocalamak kaçýnýlmazdýr.
Sanýlmasýn ki, bu durum sadece bizim toplumumuzda ve sadece Müslüman coðrafyalarýndaki halklarýn meselesi.. Hemen bütün dünya bugün, geçmiþte olmayan þekilde, dijital çaðýn esiri durumunda..
'Bize ne diðerlerinden..' diyemeyiz..
Ýlâhî kitablar ve enbiyaullah, þeklen, sûreten insan olaný; sîreten, ruhî ve kalbî deðerleriyle de insan yapabilmek içindir.
Yûnus Emre, 800 yýl öncelerde, 'Gönül Allah'ýn tahtý.. /Allah gönüle baktý../ Ýki cihan bedbahttý, /Kim gönül yýkar ise..' demiþti.. Evet, Allah'ýn insandaki tahtý olan o makamý, gönül makamýný tahrib etmemek, zedelememek, iyi insan olmanýn anahtarýdýr.