Faik Tanrıkulu
Faik Tanrıkulu
Tüm Yazıları

İran-İsrail geriliminin arka planları ve sonuçları nelerdir?

Bölgede tansiyon İsrail'in Şam'daki elçiliğine yaptığı saldırıyla yeniden alevlendi. Bu saldırının ardından İran'ın nasıl bir tepki vereceği büyük bir merak konusu oldu. Özellikle 7 Ekim sonrasında İran'ın vereceği tepkinin ne olacağı, hatta bu durumun 3. Dünya Savaşı'nın başlangıcı olabileceği dahi dünya kamuoyunda tartışılmaya başlanmıştı. Ancak, zaman içinde İran, İsrail'in Gazze'ye yönelik saldırılarına herhangi bir karşılık vermediği görüldü. Sonrasında ise tüm gözler Hizbullah liderinin yapacağı açıklamaya çevrildi. Hizbullah, İsrail'in saldırılarına sembolik füze atışları yaparak göstermelik bir karşılık verdi.

Benzer bir durum, ABD tarafından öldürülen İran'ın üst düzey komutanlarından Kasım Süleymani'nin ölümü sonrasında yaşanmıştı. Süleymani'nin öldürülmesi, uluslararası alanda büyük yankı uyandırmış ve İran'ın atacağı adımlar merakla beklendi. İran hükümeti ve halkı tarafından kahraman olarak görülen Süleymani için İran, intikam yemini etmişti.

Dönemin ABD Başkanı Trump, yıllar sonra yaptığı bir açıklamada, İran'ın kendisini aradığını ve yalnızca göstermelik birkaç füze saldırısı yapacaklarını söylediklerini belirtmişti. Gerçekten de İran, ABD'nin Irak'taki üslerine sınırlı füze saldırıları düzenleyerek bu intikam yeminini yerine getirmiş gibi görünmüştü. Ancak bu saldırılar, genel beklentilerin aksine, herhangi bir Amerikan askerinin ölümüne yol açmadı. Bu durum, İran'ın iç kamuoyuna yönelik bir gösteri ve ABD ile daha büyük bir çatışmaya girmekten kaçınma çabası olarak yorumlanmıştı.

İran'ın gerçekleştirdiği kontrollü saldırılar, daha çok iç kamuoyunu sakinleştirmeye yönelik adımlar olarak görülüyor. Tümgeneral Kasım Süleymani'nin öldürülmesine verilen "bilgilendirilmiş" misilleme de bu türden bir hareketti. İran, sofistike füze stoklarına sahip olmasına rağmen, bu silahları kullanma kapasitesi konusunda ciddi sınırlamalarla karşı karşıya. Bu durum, İran'ın İsrail ile doğrudan bir güç mücadelesine giremeyeceğini gösteriyor. İran, bölgede vekil örgütler üzerinden yıpratma taktikleri uygulayarak "oyun bozucu" bir rol üstlenmiş durumda.

Son dönemde yaşananlar, Netanyahu hükümeti için bir iç konsolidasyon ve uluslararası alanda manevra alanı kazanma fırsatı oldu. İçeride ve dışarıda artan baskılardan sıyrılma ve Amerika ile ilişkileri yeniden düzenleme şansı elde ettiler. Avrupa'daki eleştirileri de bu süreçte dindirmeyi başardılar.

ABD Kongresinde ve Biden yönetimi altında, İsrail'in Gazze ve diğer bölgelere yönelik acımasız saldırılarına karşı tepkiler giderek artmıştı. Bu dönemde, İsrail'in uluslararası imajı zarar görmüş ve Amerikan iç politikasında da bu saldırılar eleştiri konusu olmuştu. Ancak, İran'ın ani bir saldırı gerçekleştirmesi, İsrail'in güvenlik sorunlarını tekrar Amerikan siyasetinin ön sıralarına taşıdı.

Özellikle ABD'de önemli bir etkiye sahip olan Siyonist lobiyi merkeze yerleştirdi. 2024 yılında yapılacak olan seçimlere hazırlanan Başkan Joe Biden için, bu lobiyi memnun etmek büyük önem taşıyordu. Siyonist lobinin desteğini kaybetmemek adına Biden, İsrail'e yönelik desteğini açıkça ifade etmek zorunda kaldı. Bu, hem iç politikada Siyonist lobiyi güvence altına almak hem de İsrail ile olan stratejik ittifakı güçlendirmek adına yapılan bir hamle olarak görüldü.

Ayrıca, Batılı liderler, Gazze'deki durumlarla ilgili olarak kamuoyundan gelen tepkilerin artması karşısında zor bir durumda kalmışlardı. Ancak İran ile ilgili endişeler, bu tepkileri gölgede bıraktı ve Batılı liderlerin dikkatini dağıttı. Bu durum, Batılı liderlerin Gazze'deki ciddi insan hakları ihlallerine ve zorluklara daha az odaklanmasına olanak tanıdı, böylece iç politikada ve uluslararası arenada baskıları hafifletti. Kaldı ki, İsrail'in Şam'daki İran büyükelçiliğine düzenlediği saldırı, uluslararası hukuka aykırı olmasına rağmen uluslararası kamuoyundan yalnızca hafif tepkiler gelmişti. Bu durum karşısında tepkisizlik Batı'nın çifte standardını yansıtan bir örnek olarak değerlendirilmeli.

Ancak asıl soru şu: Bu türden müdahaleler ve karşılıklar, bölge halklarının çıkarına mı, yoksa büyük güçlerin stratejik hesaplarına mı hizmet ediyor? Bu, cevabı kolay olmayan ve sorgulanması gereken bir soru olarak karşımızda duruyor.