‘Ýstanbul Sözleþmesi', Ýstanbul'a Lâyýk Olmalýydý..

*Önce hayýrlý bir sonucun bize yüklediði sorumluluðumuz üzerinde duralým:

2012 yýlýnda imzalanan ve amma kimsenin pek farkýna varmadýðý bir uluslararasý sözleþmenin zehirli meyvalarý 3-4 sene sonra hissedilmeye baþlanmýþtý. Bu sözleþmenin, -Ýstanbul'da hazýrlandýðý için-, 'Ýstanbul Sözleþmesi' adýný taþýmasý bile, hazýrlanmasýnda özel çaba harcayan TC Dýþiþleri Bakaný'nýn gururla sahiblenmesine yol açmýþtý.

Bu 'sözleþme'nin, -üstü kapalý ifade edeyim- 'rüþd yaþýna girmiþ olanlarýn kendi bedenleri üzerindeki tasarruf ve tercihlerine müdahale edilemiyeceði' gibi laflarýn, gerçekte, 'uluslararasý cinsî sapýklar güruhu'nca bu sözleþme içine konulan dinamitler olduðu sonralarý anlaþýlmaya baþlanmýþtý..

Konudan rahatsýz olanlarýn baþýnda, 'en üst yetkili ve sorumlu' da vardý. Ancak, bir uluslararasý andlaþmanýn bazý hassasiyetlerine de dikkat edilmeliydi.

6 ay kadar önce, en üst yetkili ve sorumlu tarafýndan dile getirilen, 'Bu sözleþmeden çekilmek konusunda gerekli çalýþmalarýn yapýlmasý için emir verildiði' ifadesi, dün sabah yayýnlanan bir C. Baþkanlýðý Kararnamesi'yle gerçekleþti ve Türkiye'nin o sözleþmeden bütünüyle çekildiði açýklanýverdi.

Devletler isteyerek veya istemiyerek bazý taahhüdler altýna giren andlaþmalar yapabilirler, zararlý sonuçlar verirse o zaman da bedelini hesab ederek çekilebilirler, elbette..

Þimdi olan budur.

Bundan sonrasýnda, hepimize daha bir düþen vazife, aile ve ahlâk düzenimizi korumak için daha bir teyakkuz halinde olmamýzdýr.

Sadece dýþ deðil, iç hukuk düzenlemelerinin de farklý olmadýðý görülmelidir. Çünkü, hele de son 100 yýla yakýn zamandýr, maalesef -üstelik de katýnýn katýsý ve müdahaleci- bir laik sistem, bize Ýsviçre Medenî Kanununu zorla, tepeden inmeci yöntemlerle dayatmýþtýr. Halbuki, hür bir toplum, kendi hayatýný kendi halkýnýn kesin doðrularýna göre düzenleyen toplumdur.

Dün Türkiye'nin çekildiði, 'Ýstanbul Sözleþmesi'ni gerekçe göstererek ve sýrtýný uluslararasý ahlâksýzlýk odaklarýna dayayan þirretli gruplarýn, 'Bedenlerimiz bize aiddir, ona kimse karýþamaz, biz istediðimiz gibi yaþarýz.. Kime ne?' gibi pankartlarla þehirlerin ana caddelerinde yürüyüþler yaptýklarý unutulmamalýdýr.

Þimdi, bu sözleþmenin ibtal edilmesiyle müslümanlar olarak hepimizin sorumluluðu daha bir artýyor..

Aile içi ve dýþý, kadýn/erkek ve çocuk, herkese karþý gösterilen þiddet ve cinayetlerin bundan sonra, bir de azalmasý gerekmektedir.

Ve, Bir 'Profesörler Hocasý': Mehmed Genç

19 ve 20 Mart günü, iki büyük 'âlim' Fatih Câmii'nden ebediyete uðurlandý; binlerce Müslüman tarafýndan..

Her ikisi de kendi sahalarýnýn âlimi idiler.

Dün ebediyet yolculuðuna çýkan Muhammed Ali Sabunî 92 yaþýnda, Haleb'li bir âlim idi.. Suriye rejiminin baskýlarýndan dolayý son 5 yýldýr Yalova'da yaþýyordu. Baþta 'Safvet-ut'Tefâsir' (Tefsirlerin Özü) eseri olmak üzere, bir çok eserlerin sahibi, bir çok talebe yetiþtirmiþ idi..

Cuma günü ebediyyet yolculuðuna uðurladýðýmýz ikinci isim ise, 87 yaþýnda ve soyadýyla müsemmâ, ruhu dipdiri, mantýðý berrâk bir genç olan Mehmed Genç üstadýmýz idi.

O, hiçbir akademik unvan sahibi deðildi ve tarih araþtýrmalarýnda ve profesörlerin de hocasý mesâbesinde, bir büyük fikir adamý, tarihçi idi.

Özellikle Corona Salgýný yüzünden son 15 aydýr, kendisinin konferans ve sohbetlerinden mahrum kalmýþtýk.

'Mehmed Genç' üstadýmýz, devamlý okuyan, araþtýran ve tarihî hadiselerle o dönemdeki sosyal bünyeler ve düzenler arasýnda ilginç baðlantýlar kuran ve bütün o bilgilerinden sonra, müslüman geçmiþimize hayranlýðýný ifade etmekten kendisini alamayan bir seçkin þahsiyet idi.

Kendi ilim alanýnda Genç Hoca gibi mütebahhir, derya misali isimler az bulunur. O, bir bakýma günümüzdeki ikinci bir (merhûm) Sabri Ülgener idi.. Ama, o tevâzu ve edebinden dolayý, kendisini 'Kabe yolunda bir karýnca' olarak nitelerdi.

Tarihçi Prof. Mete Tunçay, bir gün ona, 'Yahu hoca, Osmanlý'yý da çok büyüttün..' dediðinde, 'Sizlerin olduðundan 100 kere daha küçük gösterdiðinizin gerçeðini deðil, o küçülttüðünüz yapýyý belki 10 misli kadar büyütüyorum..' demiþti..

2015'ten beri, Mehmed Genç Hoca'nýn ayda bir verdiði konferanslarýna katýlmak için can atýyordum . Ýnsaný sýkmayan, karmaþýk felsefî izahlara girmeden ele aldýðý konularý çok güzel izah eden bir parlak zekâ idi.

'Deðiþmeyen kültür ölü demektir. Bütünüyle deðiþen kültür ise zâten yok olmuþ demektir. Ýkisinin de denge içinde sürdürülmesi gerekir.' der ve devam ederdi: 'Kültürün iki önemli unsuru, dil ve ilimdir. Sürekliliði saðlayan en önemli istikrar unsuru dildir. Dil de deðiþir, ama, az deðiþir. Ýlim ise, deðiþim ve geliþmeyi temsil eder. Ama, ilimde gelenek esastýr.

Bugün hem dilde hem ilimde ciddî hayatî mes'elelerimiz vardýr. Dilde gerçekleþen tahribat çok vahimdir ve telafisi hiç de kolay deðildir.. Dilimizdeki arabça ve farsça kelimeleri atalým dedik, vahim bir yanlýþ yaptýk.. Fransýzca bir felsefe kitabýndan biraz çeviri yaptýktan sonra gördüm ki, öztürkçe denilen dille çeviri mümkün deðil.. Çünkü nüanslarý veremiyorsun..'

Allah'u Teâlâ'nýn rahmetinin, bu, her iki büyük âlimin ebediyet yolculuðunda yoldaþý olmasý duasýyla..