“İstikşafi görüşmeler” geri mi gelseydi!

14-28 Mayıs seçimleriyle birlikte parlamenter sisteme dönüş planlarının tamamen rafa kalktığını yazmıştım.

Hoş, muhalefetin gerçek anlamda böyle bir planı olduğunu da hiç sanmıyorum.

"Millete ne vaat ediyorsunuz?" sorusuna verecek bir cevap olsun için, bu kadar kişi her ay bakın bunun için toplanıyoruz diyebilmek için bulunmuş bir formüldü o.

İki sebepten, ilki bu sistemle cumhurbaşkanı olmuş kişi ve partisi, yetkilerini başkalarıyla paylaşmak istemeyeceğinden; ikincisi sistemi geri getirmek uzun ve uğraşlı bir yol olduğu için. Buna, muhalefetin ne yüreği ne kudreti yeterdi.

Nitekim sonuç ortada.

Vatandaşın iktidar partisine karşı türlü eleştirileri elbette vardı, ama arıza muhalifler dışında, "Bu sistem de olmadı be, değiştirelim" diyen çıkmadı. Hele de pandemi ve ekonomik türbülansların dünyasında...

Seçim takvimini hatırlatmak isterim. Mayıs 14'te parlamento teşkil edildi. Cumhurbaşkanlığı seçimi ikinci tura kaldı, ancak o da 28 Mayıs'ta nihayete erdi. YSK'nın kesin sonuçları açıklamasına kadar geçen süre kadar bir boşluk oluştu. Ona da boşluk denilmez.

Önce vekiller, ardından Cumhurbaşkanı görev yeminlerini etti.

Hemen peşi sıra Cumhurbaşkanı çalışma arkadaşlarını açıkladı.

Yani seçimlerle yeni hükümetin iş başı yapması arasında bir iki haftalık bir zaman geçti. Ne bir iş aksadı, ne bir belirsizlik oluştu.

90'lı yılları hatırlayalım, 2002'den öncesini. Diyeceksiniz ki sistem 2002'de değişmedi ki. Evet, ama 2002'den bu yana güçlü ve hâkim bir parti var iktidarda. Bu normal koşullarda çok mümkün olan bir durum değil. Demokrat Parti ve Adalet Partisi gibi bu şansın yakalandığı zamanlarda da demokrasi darbe ile kesintiye uğratıldı.

90'lı yılların gazeteleri bir türlü kurulamayan hükümetler, anlaşamayan siyasi parti liderleri, bitmeyen pazarlıklar, bir taraftan askerin diğer taraftan medyanın terbiye ettiği zayıf iktidarların haberleriyle doludur.

Türkiye'de taş üstüne taş konulamayan kayıp yıllar. Bizim böyle dönemleri tekrar yaşama lüksümüz yok.

Batı ülkelerinde de aylarca hükümet kurulamadığı oluyor. Kurumsallaşma daha yüksek düzeyde olduğu için bizim kadar olumsuz etkilenmiyorlar. Tabii FETÖ ve PKK gibi yönetim zafiyeti oluşsun diye ellerini ovuşturan terör örgütleri de yok bu ülkelerde.

Yine de İtalya örneğinde olduğu gibi hükümet kuramama sorununun önüne geçecek formüller geliştiriliyor. Belli bir barajın üzerinde oy alabilmişse bir parti tek başına hükümet kurma hakkı elde etmesi şeklinde formüller.

Sonuçta siyaset yaşayan bir mekanizma. İhtiyaçlara göre değişen çözümler sunabilmeni insanlara.

Hepimiz yeni kabinedeki isimlere odaklandık. Yeni bakanlarımızla ilgili benim de söylemek istediğim şeyler var, ama ondan daha önce kabinenin hemen teşkil edilebilmesinin ne kadar önemli ve olumlu olduğunu vurgulamak istedim.

Yeni sistemin sağladığı avantaj sadece hükümetin hızlı kurulabilmesi değil kuşkusuz.

Bir kere güçler ayrılığı prensibini daha güçlü taşıyan bir sistem Başkanlık Sistemi. Yürütme yasama organından çıkmıyor. Yasa yapma görevi tamamen Meclis'te. Bu yüzden de Cumhurbaşkanı için Meclis çoğunluğunun desteğini alabilmek çok önemli.

Başkanlık sisteminin bir diğer avantajı, memleket kontenjanı gibi taşra siyasetinin kendini dayattığı durumların önüne geçmesi. "Şu şehirden her zaman bakan çıkıyor, bunların da hatırı kalıyor" gibi muhabbetlerin anlamı yok artık. Zira özel sektörden ya da bürokrasiden de bakan atanabiliyor. Böylece kabine oluşturulurken siyasi dengeler ayak bağı olmuyor.

Yine yapan yapacaktır muhabbetini ama hemşericilik yeni sistemin doğasına aykırı.

Nitekim şimdi de kabinenin "Dörtte biri Konyalı" muhabbeti dönüyor. Ama bunun Konya'ya bir torpil olmadığını herkes biliyor.

Çiçeği burnunda bakanlarımız sonraki yazıda...