Kafkasya'nın kızıl lalelerine selam olsun...

Raşid Behbudov'un kırların üzerinde ceketini omzuna vurarak söylediği bir şarkıdır: 'Laleler... Laleler...' Hayal meyal bir çayırda, telli duvaklı gelinle el ele gezen damadın neşesi... Hep neşeyle bildiğimiz bu şarkı, aslında Kafkasya'ya can damarı olmuş Kafkas İslam Ordusu için Telman Hacıyev tarafından yazılmış...

15 Eylül 1918'de Ermeni ve Bolşevik işgali altında inleyen Bakü'yü kurtaran, Nuri Paşa komutasındaki Kafkas İslam Ordusu için kaleme alınmış bir şiir; Laleler... Art arda, kol kola hücuma geçen askerlerin başlarında taşıdıkları kızıl renkli fesleri, gelinciklere benzeten şair, Gence şehrinden itibaren başlayan mücadelenin rengini de söylemiştir şiirinde... Kafkas İslam Ordusu gerçi Bakü'yü özgürlüğüne kavuşturmuştur kavuşturmasına ama şehitlerden dökülen kızılca kan, bir gelincik tarlası gibidir... Gazaya çıkmış erlerin hayalindeki sevdaları, şiirde gelinciklerin narin yapraklarına benzer, hicran ve hayal iç içedir, sevgiliye vuslat, vatanın özgürlüğe ulaşmasıyla aynı duanın, isteğin içinde birbirine karışır...

Kuşkusuz Yüce Kitabımızın da söylediği gibi; şehitler, "ölüler" değildir, onlara ölüler dememiz yasaktır. Onlar sonsuzluk sırrına nail olmuş cihad erleridir. Nuri Paşa komutasındaki gazi ve şehitleri Azerbaycan topraklarına getiren duygu; ''ila-yi kelimetullah'' sorumluluğuydu. Azerbaycan'ın hürriyet ve istiklaline aşık diğer şehitlerle bugün, yan yana yatıyorlar.

Şehitlerin aziz varlığı, Azerbaycan ve Türkiye arasındaki sarsılmaz kardeşlik bağlarının temelini atıyor elbette. Her ne kadar bize anlatılmış, öğretilmiş resmi tarih içinde çok yeri olmasa da Kafkasya'nın tarihi, Türki Cumhuriyetlerin kaderi artık bizim için uzak değildir. Bir nevi alınyazısı gibi olan bu kaderdaşlık, geçen yüzyıl içinde neden unutulmuştur, es geçilmiştir anlamak mümkün değil. Ama bu kardeşlik, özellikle Karabağ'ın azadlık mücadelesiyle ve zaferiyle birlikte, bugün aynı samimiyet ve özveriyle tazelenmiştir, devam etmektedir. Ortak kaderimizin hüzünleri, ortak geleceğimizin rotasını da çizerken, şehitlerimizi 103 yılın ardından şükranla yâd ediyoruz.

Azerbaycan ile gönlümüz bir, ruhumuz bir, sözümüz bir, şarkımız, türkümüz bir... Bu ortak ruhu inşa eden, ortak medeni kökleri kuran ediplerimizi de zikretmekte fayda var. 1900'lerde, Azerbaycan edebiyatında, milli şiirin temsilcileri olan Hüseyin Cavid, Muhammet Hadi, Ahmet Cevat gibi ediplerin, İstanbul edebiyat çevrelerinden Abdülhak Hamit, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem ve özellikle Mehmet Akif Ersoy gibi Osmanlı şair ve yazarlarıyla hem yakından temasları, hem etkilenişleri Türkiye ile Azerbaycan'ı, İstanbul ile Bakü'yü birbirine bağlayan kültürel-medeni köprüleri kuruyordu. Onlar bize birbirlerinin gölgesinde yetişen bir fidanlık bıraktılar. Bizler ise günümüzde, o fidanlıktan cennet bahçeleri inşa etmeliyiz.

Mehmet Akif'in Türki Cumhuriyetler üzerindeki öncülüğünden söz ederken, Azerbaycan'ın milli şairlerinden, düşünce insanı Hüseyin Cavid'ten söz etmemek olmaz. Cavid, 1906–1909 yıllarında İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesinde okumuş, Mehmet Akif'in öğrencisi olmuş, hatta Akif'in başyazarı olduğu "Sırat-ı Müstakim" dergisinde şiirleri yayınlanmıştır. "Sırat-ı Müstakim" o yıllarda İslam dünyasının her köşesinden gelen mektuplara yer vererek, İslam âleminin değişik köşelerinde yaşanan sıkıntıları dile getirmekteydi. Bu yaşanan sıkıntıların nasıl aşılabileceğine dair fikirler ve özellikle istiklal, hürriyet, adalet, kalkınma, refah, gelişim gibi amaçların doğrultusunda kurulacak siyasi çatılar, Sırat-ı Müstakim çevresinde konuşuluyor, düşünülüyor, tartışılıyordu.

Yüz yıl evvel, zihinlerimizin sınırları çok genişti. Kafkasya, Balkanlar, Kuzey Afrika, Arap Yarımadası bizim yabancısı olmadığımız, havasını, suyunu, ruhunu bildiğimiz geniş gönül coğrafyalarıydı. Bu ruhu sadece askeri veya ticari birlikteliklerle sürdüremeyiz... Kültürel işbirliğini, sanat çalıştaylarını, bilimsel ortak projeleri, edebiyat, sinema ve musikide yeni ve etkili iletişimleri kurmayı başarmamız gerekiyor... Aksi nostalji olur, duygulanırız ama unutup geçer gideriz. Birlik, beraberlik, kardeşlik hakkı için iletişimin, dayanışmanın, buluşmanın, sürdürülebilir ve devamlı olması gerekiyor...