Kerbelâ'dan bugüne; ‘neyin-nasıl olduğu' değil, ‘niçin' olduğunu düşünmek kalmalıdır

-354 günlük ay yılına göre düzenlenen- Hicrî/Kamerî takvimin 61'inci yılında İslam Milleti'nin bağrına bir hançer gibi saplanan Kerbelâ cinayetinin/ trajedisinin, Hz. Hüseyin ve 72 yâranının Yezid tarafından katledilmesinin yıldönümüydü, dün..

Sünnî Müslümanların geleneğinde, genel olarak, hatta Hz. Peygamber (SAV)'in velâdet ve rıhlet günleri ve hakeza, Regaib, Berat ve Miraç için anma merasimleri yapılmasının doğru olup olmadığı üzerinde çetin ihtilaflar olmuştur. (Hatta, bundan dolayı karşı karşıya gelen Kadızâdeler ve Sivasîler arasında öyle kavgalar olmuştur ki, İstanbul'da Divanyolu'ndan taa Bâyezid Meydanı'na kadar olan cadde cesetlerle dolmuş ve ceset artıklarını çiğnemeden yürümenin mümkün olmadığı yazılmıştır.)

Bizim Osmanlı dönemimizde bu sert tartışmalardan sonra, son asırlardır, 'karşı olanla olmayanlar' arasında bir kavganın olmadığı, 'çok abartılı hareket edenlerle ilgisiz olanlar' arasında kavgasız bir gelenek oluşmuştur.

*

Ama, Orta Asya Müslümanları arasında Hz. Hüseyin'in şehadet günü dolayısıyla, oralarda öyle toplu matem merasimleri tertip olunur ki 'Maktel-i Hüseyin /Hz. Hüseyin'in katledildiği gün ve yer, zaman ve mekân üzerine öyle yakıcı mersiyeler, ağıtlar okunur ki, Şii Müslümanların okudukları mersiyelerden geride değildir. Sadece bir temel fark vardır, o da, Sünni Müslümanların zincirlerle-sopalarla kendilerini dövmek, qamazenî ve zencirzenî denilen ve kişinin kendi bedenini bıçaklarla yaralamak veya zincir demetleriyle uzun süre vura-vura ciltte kılcal damar kanamaları meydana getirmek gibi bir takım avâmî gelenekleri yoktur. Ki, bu hususta Şii Müslüman ulema arasında da Lübnanlı merhum Allâme Muhammed Fazlullah ve merhum Murtezâ Mutahharî gibi isimler, çoğu Şii Müslümanlarca tertiplenen 10 Muharrem - Âşûrâ merasimlerinin, Müslümanları ilkel bir topluluk gibi gösterdiğini, Şii Müslümanlarca anılma tarzıyla Hz. Hüseyin'in hurafelerle bir folklorik trajediye dönüştürülüp bir daha katledildiğine dair beyanları olmuştur, ama, pek dinlenilmemiştir.

Ve o dönemin ve sonralarının Arap şiirinin en büyük isimlerinden olan Ferezdak'ın Hz. Hüseyin'e destek sözü verip, sonra da onu yalnız bırakanları anlatmak için söylediği, 'qulûbuhum ma'ek, suyûfuhum aleyk...' (Onların kalpleri seninle, kılıçları sana karşı..' sözü, Hz. Hüseyin'in mazlûmiyetinin bir diğer nişanesidir. Çünkü, Hz. Hüseyin'e muhabbet besleyenler bile, onu katletmeye çalışanlarla aynı saftadırlar. Dahası, namaz vakti geldiğinde, Hz. Hüseyin'in namaz için savaşa ara verilmesini isteyince, Yezid'in askerlerinin de, 'Peygamber torununun imametinde namaz kılmanın faziletinden istifade etmek için', onun arkasında saf bağlamaları ne yaman çelişkidir.

Bu münasebetle belirtelim ki, her canlının ölümü tatması bir acı duyularak olmaktadır. Bu, Hz. Hüseyin için de geçerlidir.

Evet, Hz. Hüseyin'in nasıl öldürüldüğünü de bilelim, okuyalım- düşünelim; ama, o 'nasıl'dan ileri geçemeyip, 'niçin katledildiğini' anlayamazsak, işte o zaman bir nice facialar daha başlar.

Çünkü, Hz. Peygamber'in nübüvveti üzerinden henüz 50, rıhleti üzerinden ise 30 yıl kadar bir zaman bile geçmemişken, onun torununun katledilmesinden hedef, Hz. Hüseyin'e olan şahsî düşmanlıkla onu hayattan koparmak değil; Hz. Peygamber (S) eliyle beşeriyete sunulan kutlu ilâhî yolun bozulması, engellenmesi idi.

İşte bunun içindir ki, Hz. Hüseyin, 'Yarınlarda kargılar ve kılıçlar, Kur'an'ımızı parçalayacaksa, o kargı ve kılıçlar bugünden benim göğsümü delik-deşik etsin..' diyecek ve Hüseynin kendisine bey'at etmesi için haber gönderen Yezid'e karşı, 'Zilleti kabullenenlere yazıklar olsun..' manasında 'Heyhât min'ez-zilleh!' diyecekti..

Evet, Hz. Hüseyin, dedesi Resulullah (SAV)'ın dininin, o dinin müminlerinden beklediği sadâkat gereği olan vazifesine yerine getirmek için, ölümü göze alırken, Yezid de saltanatını sürdürmek için, Peygamber torununu ve yâranını öldürmeyi bile göze almıştı.

Birisinin dâvası Hak davası ve onu hâkim kılmak idi; diğerininki, saltanat davası..

Onun içindir ki, Sünni Müslümanlar, Yezid adını, asırlardır zulüm sembolü olarak ve lânetle anmışlar ve onun ismini çocuklarına vermekten kaçınmışlar ve hatta Yezid'in babası Muaviye'nin ismini bile açıkça kullanmayıp, onun yerine, (Yezid'in babası) manasına gelen 'Bâyezid' ismini tercih etmişlerdir.

Ama, ifrat ve tefrit, bu konuda bugün de devam etmekte, bir taraf ilkel görünümlü döğünme şekillerini bir ibadet gibi sergilerken; diğer taraf da bu faciadan ders almak yerine, o döğünme şekillerinin dinin özüyle bir ilgisinin olmadığı gerçeğinden de hareketle, o mücadeleyi basit bir saltanat kavgası sanmaktadırlar.

Tekrar edelim ki, Hz.Huseyin'in dâvasını, bu facianın 'niçin' meydana geldiği üzerindeki aslî saikle birlikte ele almadıkça, Kerbelâ'da olanları bir husumet cephesi oluşturmak ve Müslümanları birbirine düşman kutuplar halinde tutmak isteyenlere hizmet etmekten başka bir netice elde edilemeyecektir. Bu acı gerçeği, Kerbelâ Faciası, üzerinden geçen 1380 küsur yıl göstermeye yetmedi mi?

*