Kısa değinilerle, bir ‘Pazar Hasbihali'..

*Doğru sözlerin eğri murad için kullanılabildiği unutulmamalı..

Karanlıkların içinden bir ses size yalan da söylüyor olabilir, doğru da.. Ve her iki durumda da hedefi, meramı nedir, önce ona bakmak istemez ve, 'Ey karanlıktan, perde arkasından seslenen.. Açıkça çık ortaya da, sözlerine ona göre bir itibar edelim..' demez misiniz?

Böyleyken..

İddialar doğruysa, yazık ki, milyonlarca insan, bu karanlıktan verilen mesajlara bakarak siyasî ve ideolojik kanaat sahibi oluyorlarmış..

*Kısa ve zahmetsiz yoldan kazanmak hırsı.. Ve, MASAK..

Bizim gençliğimizde Sülün Osman hikâyeleri vardı.. 1980-90'lı yıllarda, Kastelli, Banker Yalçın örnekleri, sonra, hele de yurtdışındakileri önce iştahlandırıp sonra da soyup soğana çeviren holding furyalarının hikâyesi acı ve utandırıcı.. Şimdi de, 'bitcoin' denilen ve kanunî açıdan ne olduğu resmen açıklanamamış bir tuhaf para kazanma labirenti veya saadet halkası oyunu var.

Bir tuhaf para mekanizması olduğu halde, hâlâ, sosyal medyada ve her alanda, çeşitli isimler altında 'coin'li oyunların sürdüğü anlaşılıyor. Reklamları devamlı karşımızda.. MASAK (Mâlî Suçları Araştırma Kurumu) veya iktidar ya da akçeli işlemlerden sorumlu her bir kuruluş, bu yapılanların kanunsuzluk ve büyük bir kumar olduğuna değinemiyorlar. Ama, reklamlar için o kadar para harcandığına göre, bayağı yağlı bir alan demek ki.. Bu faaliyetlere yüzbinlerin katıldığı anlaşılıyor.

'MASAK' bu alanda yapılan işlemlerin kanunî açıdan izahını yapmalı bir kanunsuzluk varsa, o zaman da bu reklamlara izin verilmemelidir.

*İran konusunda kafa karışıklığı mı?

Bir üni.'de öğretim üyesi olan bir okuyucum, şimdi hayatta olmayan ve tarihçi olarak nitelenen bir ünlü isim gibi, 'İran'ın tarihi boyunca hiçbir zaman İslâm'ın hizmetinde olmadığı' iddiasına bağlanmış nicelerini andırırcasına, İran konusunda 42 yıldır olup bitenlerin herbirisini ve hele Şahlık rejiminin devrilişini de 'Amerikan oyunu' olarak niteliyor..

Dünyanın herhangi bir coğrafyasında bir zaaf veya buhranlı durum olsa, emperial emelleri olan güç odaklarının onlarla ilgilenmesi kadar tabiî bir şey olamaz. Ama, bu gibi durumların herbirisini sadece o emperial-şeytanî güçlere bağlamak ve 'Qaadir-i Mutlak' olan Allah'u Teâlâ'nın mükevvenât üzerindeki küllî tasarruflarının -hâşâ- etkisiz saymak gibi bir sonuç da ortaya çıkarmıyor mu?

Bütün tarih dönemlerini de içine alacak şekilde, 'İran, bütün tarih dönemleri boyunca, zâten hiçbir zaman İslâm'ın hizmetinde olmadı..' demek, ağır bir haksızlık olmaz mı?

Kaldı ki, 1514'lerde, yani 500 seneden öncesinde, Şah İsmail'in İran'ı farklı bir mezhebî çizgiye oturtması öncesinde, Hz. Ömer zamanında fethedildiği Qadisiyye Savaşı'nda beri, İran coğrafyası İslâm kültür ve medeniyetinin en görkemli havzalarından biriydi.

O halde.. Kur'an-ı Kerîm'de -MaideSûresi, 8'de meâlen- buyrulduğu üzere, 'Bir topluluğa olan kininiz, sizi onlar hakkında adaletsizliğe sevketmesin..'

Hele de bir rejimin, bir yönetim mekanizmasının yanlışlarına, hatalarına karşı çıkarken, bütün bir coğrafya ve bütün bir halkı düşman saymanın mâkûl bir temeli var mıdır?

Bazıları da, İran'daki İnkılabın başında o kadar destek vermiştik, gelinen noktada bizi aldattıklarını düşünüyoruz..' diyorlar.

'Aldatmak - aldanmak' gibi yaklaşımlar, her zaman ve her toplumda olabilir. Önemli olan, birileri, aldatmak niyetiyle hareket etmişlerse, bu, aldatanların onların ayıbıdır. Önemli olan, 'doğru olduğuna inandığımız gibi davrandık, aynı şartlarla yeniden karşılaşsak, yine öyle davranırız' diyebilmek ve hayatımızın rüşd yaşına erdikten sonraki her ânında, 'haklılığımızdan şüpheye düşmeden ve doğru olduğuna inandığımız şekilde davranmayı sürdürebilmek'tir.

*Âdâb-ı Muaşeret' diye bir şey vardı..

*Geçenlerde bir yerde oturuyorduk.. Bazı öğretim üyeleri de var aramızda.. Bir kişi konuşması sırasında, hattâ bir kızgınlık durumu da söz konusu değilken bile, çirkin kelimelerle konuşmayı tercih ediyor ve dinleyenler gülüşüyordu.

Bu gibi durumlarda, duymamış gibi davranmak da tepki vermenin bir şekli belki, ama, çare mi?

Bu tarz çirkin konuşmaların bir de anacaddelerde telaffuz edildiği düşünülsün..

Sokaklarda, ana caddelerde gençler, orta ve ileri yaşlılar.. Otobüslerde, metrolarda, veya telefon konuşmalarında arkadaşlarıyla birlikte giderken, yüksek sesle konuşan, en galiz, müstehcen kelimelerle konuşmaktan utanmayanları bir hatırlayalım. Bu gibi kimseler kendi annelerinin, eşlerin, kızlarının, gelinlerinin yanında bu gibi çirkin laflarla yüksek sesle konuşulmasını duysalar, kendi tepkileri nasıl olurdu; sırf bunu düşünmek bile terbiye edici olur.. Sokaklarda, parklarda oynayan çocukların birbirlerine hitablarındaki küfürlü sözler daha az bir facia değil..

Bu gibi tablolarla karşılaşıldığında, 'Bu kadar da olmaz..' laflarının mırıldanıldığı duyuluyor bazan.. Ama, daha da mübtezel bir laflarla bir kavgaya bulaşmamak adına herkes, susuyor..

Bu gibi durumlarda sahi, fizikî müdahale ve kavgalara yol açmadan, nasıl bir çare bulunmalı?

Çocukluğumuzda ortaokullarda 'âdâb-ı muaşeret' kuralları okutulurdu. Şimdi onlar bile mazide kaldı.