Kıyamet de kopsa adalet!

Cumhurbaşkanının yargı, demokrasi ve ekonomide reformdan bahsetmesi, adalet bakanının, “Yeter ki adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” ifadesi, muhalif çevrelerde ‘sanki 18 yıldır iktidarla değillermiş’ gibisinden bir eleştiriye sebep oldu.

18 yıldır hükümetin her üç alanda da reform niteliğinde adımlar attığını görmezden gelen muhaliflerin bu yaklaşımı siyasi muhalefetin kalitesini ve çapını açığa vurması bakımından bence önemli bir gösterge.

Her ne kadar partiden ayrılanlar kerameti kendilerinde görüyor olsalar da hükümetin ilk on yılında ekonomideki başarılarını kabul etmeyen yoktu. Mali disipline övgüler diziyorlardı.

Demokrasi ve hukuk alanında 2003’ten bu yana devrim niteliğinde adımlar atıldığı da süreci takip edenler için gizli kapaklı bir dönem değildir.

Bölge mahkemelerinin kurulması, askeri yargının kapatılması, Anayasa mahkemesine bireysel müracaat ve anadilde savunma haklarının tanınması bu hükümetin gerçekleştirdiği reformlarından birkaçıdır. Kadınlara pozitif ayrımcılık da yine geçen 18 yıl içinde tanınmıştır. Başörtüsü yasağının kaldırılması, katsayı adaletsizliğine son verilmesi, siyasi partilerin kapatılmasının zorlaştırılması da yine AK Parti hükümetlerinin reformlarındandır.

Cumhurbaşkanının yeniden reformdan söz etmesini yadırgayanlara hatırlatmakta fayda vardır ki bu reform hareketi yeni başlamamıştır. İktidar olduğu günden buyana devam eden bir süreçtir.

Bugün yeniden reformdan söz ediliyorsa yaşanan olağanüstü sürecin kapanması ve yeni bir dönemin başlaması sebebiyledir.

Olağanüstü süreç 17-25 Aralık yargı darbesi teşebbüsüyle başlamıştır.

AK Parti hükümetlerinin ülke ve millet çıkarını önceleyen icraatları, bölge üzerinde nüfuzunu kaybeden emperyalist güçleri rahatsız etmiştir.

Devletin kılcal damarlarına sızmış olan ihanet şebekesi 17-25 Aralık’ta hükümeti devirmeyi hedefleyen bir yargı darbesine teşebbüs etmiştir. Hükümet daha sonra FETÖ adını verdiği bu terör örgütüyle mücadele etmeye başlamıştır. Bu mücadele devam ederken ipi emperyalist güçlerin elinde bulunan PKK terör örgütü kimi yerleşim merkezlerinde hendekler kazarak özerklik ilan edip güneydoğuda silahlı bir kalkışma başlatmıştır.

Hükümet bunlara karşı yürüttüğü etkili mücadelede başarılı olunca bu kez emperyalizm 15 Temmuz ‘da doğrudan silahlı bir darbe girişimiyle karşımıza çıkmıştır. Devletimiz bu süreçte güneyimizdeki emperyalist kuşatmayı üç askeri hareket ile başarısızlığa uğratmıştır.

Bir taraftan içerdeki mücadele bir taraftan Suriye Libya Azerbaycan üçgeninde oynanan oyunları bozmak için yürütülen çabalar, Doğu Akdeniz Ege ve Kıbrıs konularında gelinen nokta büyük ölçüde olağanüstü süreci geride bıraktığımızı göstermektedir.

Bu süreçte hem ekonomi hem hukuk alanında kimi sıkıntıların yaşanmadığını söylemek gerçeği görememek demektir. Ekonomi de insan hakları da olumsuz etkilenmiştir.

Olağanüstü süreçte olağan dışı şartlar kimi tedbirleri beraberinde getirdiği için kimi mağduriyetlerin yaşandığı da bir gerçektir. Devlet içerden ve dışardan gelen tehditlere karşı olağanüstü bir süreç geçirmiştir.

Benim anladığım şu ki, geldiğimiz noktada terör örgütleri FETÖ ve PKK tamamen bitirilmemiş olsalar da artık etkisiz hale getirilmişlerdir. Devletimiz takip ettiği dış politika ile tam bağımsız bir ülke olduğunu cümle aleme kabul ettirmiştir. Batı (ABD dâhil) artık Türkiye’nin küresel bir aktör olduğunu itiraf etmiş ve Türkiye’ye karşı düşmanca tavrını gizlemez hale gelmiştir.

Yeni seçilen ABD başkanının cumhurbaşkanımız hakkındaki ifadeleri malum; iki ay sonra süreci dolacak olan Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Fransa cumhurbaşkanına, “Türkiye’nin son zamanlarda attığı adımların son derece saldırgan olduğu konusunda mutabıkız” açıklaması, “Avrupa ve ABD, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Doğu Akdeniz ve Azerbaycan’ı destekleme türünden politikalarının halkının çıkarına olmadığı konusunda ikna etmeli” ve “Türkiye’nin giderek artan askeri kabiliyetleri endişe kaynağı” sözleri Türkiye’nin artık batı boyunduruğundan kurtulduğunun açık işaretleridir.

Bütün bunlar ve sayamadığımız diğer olgular emperyalizmin üzenimizdeki oyunlarının bozulduğunu göstermektedir.

Artık Türkiye hem ekonomide hem hukukta yeni adımlar atarak normale dönebilecek zemini yakalamıştır.

Onun için 18 yıldır devam eden reformlara yeni start verilme zamanıdır.

Tabii ki reformların en önemli ayağı hukuk reformudur. Hukuk güvencesi ya da hukukun üstünlüğünün olmadığı bir ortamda ekonominin de özgürlüklerin de insan haklarının da gelişmesinden söz edilemez.

Bu bağlamda adalet bakanının “Yeter ki adalet yerini bulsun, isterse kıyamet kopsun” ifadesi elbette ki alkışlanacak bir yaklaşımdır. Ancak bakanın adalete yeni vurgu yaptığı algısı doğru değildir. Benzer çıkışları geçmiş yıllarda da tekrarlamış tekrarlamakla kalmamış yargı paketlerinin hayata geçmesinde büyük çabalar sergilemiştir. Birinci yargı paketi olağanüstü süreçte gerçekleşmiştir.

Evet bugün Türkiye artık ayak bağlarından önemli ölçüde kurtulduğu için yeni bir dönem başlatmıştır.

Hükümet bugüne kadar sorunların kaynaklarını kurutmuş bugün de soruna çözüm üretecek adımları atmaya karar vermiştir.

Başkan Erdoğan, “Ekonomide ve demokraside ülkemizi yeni bir yükseliş dönemine sokmakta kararlıyız. Yeni yargı paketleriyle ilgili hazırlıklar sürüyor. Bunları da en kısa sürede Meclis gündemine getireceğiz” diyerek kararlılığını evvelki gün tekrar ilan etmiştir.

Muhalefet partileri seçmene umut olmak bir yana yaşadıkları siyasi krizi bile yönetmezken Başkan Erdoğan hem partisinin disiplinini sağlamış hem de ülke sorunlarının üstesinden gelecek adımları atarak siyasi tecrübesini bir kez daha konuşturmuştur.

Tekrar hatırlatıyorum 2023 seçimleri partiler arasında değil adaylar arasında yapılacaktır. Partilerin oy oranından ziyade çıkarılacak adayın kalibresi önemlidir.

4 değil 40 kuzu da bir araya gelse bir koç etmeyeceğinin farkına varılması gerekir!

([email protected])