Mesele seccade değil… Saadetli dindarlar, bu CHP'ye mi oy verecek?

Millî Mücadele Meclisi, Saltanat'ın kaldırılmasını 30 Ekim 1922'deki ilk oylamada kabul etmemiş; ancak "Bazı kafalar kesilebilir" uyarısından sonra onaylamıştı ama sıradaki "büyük işler"in bu Meclis ile gerçekleşmeyeceği anlaşılmıştı! Bu sebeple, bu Meclis 1 Nisan 1923'te feshedilmiş ve atanan mebusların 28 Haziran'da seçildiği; "özel" bir Meclis oluşturulmuştu.

11 Ağustos'ta açılan ve ilk iş olarak, millî bir felâket olan "Lozan Hezimeti"ni onaylayan "yeni Meclis"in asıl görevi, milletin asla kabul etmeyeceği inkılâpları "millet adına" onaylamaktı.

İttihat ve Terakki Fırkası'nın Ankara versiyonu olan "Halk Fırkası" da, millete yönelik operasyonlara "Truva Atı" olması için 9 Eylül'de kurulmuştu.

"Cumhuriyet"in ilan yöntemini "darbe" olarak değerlendiren Kazım Karabekir ve arkadaşları, 17 Kasım 1924'te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası"nı kurunca, "Cumhuriyet"i kaptırma telaşına kapılan Halk Fırkası da hemen o hafta adını "Cumhuriyet Halk Fırkası" olarak değiştirmişti! 1935'te ise CHP oldu.

İslâm düşmanlığını kurumsallaştırarak, "kalıcı" olmasını sağlayan Cumhuriyet Halk Partisi'nin Müslümanlara yönelik zulmü, 3 Mart 1924'te Hilafet'in kaldırılmasıyla başlamıştı. Bugün bütün Müslümanların, Haçlı emperyalistlerin elinde oyuncak olmasının vebali bu "özel Meclis"in üzerindedir. Yine aynı gün kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de, gelecek nesiller "CHP zihniyeti"nin ipoteğine alınmıştır!

Sırada o kadar büyük operasyonlar vardı ki, kimsede itiraz edecek hal kalmamak üzere "mutlak bir sükûnet" sağlanması gerekiyordu. Bu amaçla 4 Mart 1925'te çıkarılan "Sansür Kanunu" ile birçok gazete kapatılmış, İstiklâl Mahkemesi; Velid Ebüzziya, Suphi Nuri, Eşref Edip, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Şükrü ve daha nice gazeteciyi sürmüş veya süründürmüştü! Böylece bütün gazetecilere gözdağı verilmişti!

Artık, meydan CHP'ye kalmıştı...

Müslümanların her şeyini; daha doğrusu, Müslümanları değiştireceklerdi! Nitekim "Halk Partisi"nin hazırladığı ve siparişle çalışan Meclis'in onayladığı darbeler peş peşe gelmeye başlamıştı!

UÇAK YAPMA, ŞAPKA TAK!

Vecihi Hürkuş, kendi yaptığı uçağa, "Kontrol edecek kurumumuz yok" gerekçesiyle uçuş izni alamamıştı. Çünkü CHP devletinin o günlerde daha önemli(!) işleri vardı!

2 Eylül'de yayınlanan Bakanlar Kurulu Talimatıyla, ayağında çorabı olmayan gariban halka, "Şapka giyeceksin" demişlerdi. 25 Ağustos 1925 günü Kastamonu'da, "Gerekirse bazı kurbanlar verilir" uyarısı yapılmıştı ama halk, şapka bulamıyor, bulsa da alamıyordu. Vitali Hakko gibi uyanık Yahudilerin İtalya'dan gemilerle getirdiği müstamel şapkalar için bir yıl taksit ödeniyordu. Diyanet'in, imam ve vaizlere 50 lira "Şapka Kredisi" verdiği dönemde ekmek 5 kuruştu.

CHP'NİN ŞAPKA MEDENİYETİ!

Bunlar yetmemiş, 25 Kasım'da çıkarılan kanunda yer almadığı halde nice değerli insanları asmışlardı. Sembol olan merhum İskilipli Atıf Hoca'yı bir hukuk faciasıyla astıkları gibi sehpadaki kafasına şapka geçirerek, görülmemiş bir aşağılığa imza atmışlardı. Halkın gözünü korkutmak için ise, cansız bedenini üç gün asılı tutmuşlardı.

"O günler geride kaldı" diye düşünenler, merhumun kabrini ziyaret eden Çorum Valisi'ne yapılanları hatırlasın!

Öte yandan Mustafa Kemal Paşa Kastamonu'daki konuşmasında, "Ölülerden medet ummak, medenî bir cemiyet için lekedir" demişti. İşareti alan CHP vekilleri, 30 Kasım günü çıkardığı kanunla türbe ve tekkeleri kapatmıştı.

HARF DEVRİMİ DEĞİL, KÖK KATLİAMI!

Temmuz 1924'te Türkiye'ye davet edilerek "Eğitim Raporu" istenen Amerikalı Tapınakçı John Dewey'in, "Alfabeyi ve eğitim kadrosunu değiştirin" tavsiyesi üzerine, aynı CHP Meclisi 1 Kasım 1928'de, "halk"a; "Harf Devrimi" adıyla yeni bir darbe daha vurmuştu!

Kimsenin, "Latin harfleri niye getirildi" dediği yoktu. Ama anlam verilemeyen şey, halkın; İslâmiyet'le bağlantısını tamamen kesmek için Kur'an-ı Kerim okumanın hatta evinde Osmanlıca kitap bulundurmanın yasaklanmasıydı. Bir büyük zat, bu operasyonun vahametini "Boynumuza zorla haç taksalardı bu kadar zararlı olmazdı" şeklinde ifade etmişti.

Tabi bu da yetmemişti! Beyrut Ermeni Okulu Müdürü Agop Martanyan, "Dilaçar" soyadı verilerek Türk Dil Kurumu'nun başına getirilmişti! "Dilimizi Türkçeleştiriyoruz" katliamı öyle bir noktaya gelmişti ki, "Türkçe" diye konuşulan saçmalıkları, "uyduranlar" dışında kimse anlamıyordu. Hatta bir gün Kazım Dirik'in abuk sabuk saydığı cümlelerden sonra Mustafa Kemal Paşa "Birbirimizi anlamaz olduk" demişti. (Temellerin Duruşması, s. 327)

PUSUDA BEKLEYEN HIYANET: EZAN YASAĞI

Yeniden dizayn edilen devlette halkın beklediği binlerce düzenleme vardı ama başka hiçbir işi kalmayan CHP, 1932'yi "Dinde Reform Yılı" ilan etmişti. İslamiyet güncellenecekti!

Ezandan başlamışlardı! Kadir Gecesi'ne rastlayan 3 Şubat 1932 akşamı teravih namazı ile birlikte, padişahların namaz kıldığı protokol camii olan Ayasofya'da düğmeye basmışlardı. Bütün Avrupalı büyükelçileri davet ederek, "Gösterdiğiniz yolda kararlılıkla ilerliyoruz" mesajı vermişlerdi.

Yasağı sıkı şekilde kontrol ediyorlardı. Ancak Müslümanlar her fırsatta ezanı; ezan gibi okumaya çalışıyordu. Yasağın sene-i devriyesi olan 3 Şubat 1933 Cuma günü Ulucami İmamı Tevfik Kaleli Hoca, müezzinlere "Ezanı, lisan-ı aslisi ile okuyun" talimatı vermişti. Bu talimat yerine getirilmişti ama bütün Bursalılar bu büyük suçun cezasını ağır ödemiş, zulüm olsun diye Çorum'daki Ağır Ceza'ya gönderilmişti.

Değiştirilen sadece ezan değildi. "Mızıkalı Yaşar" diye bilinen Yaşar Okur, 1932 yılında ilk teravihi, Yerebatan Camii'nde, talimatla "Türkçe" kıldırmıştı. "Tanrı uludur" diye başlamış, bütün tespih ve sureleri Türkçe okuyarak, sağına soluna "Esenlikler dilerim" şeklinde selam vererek bitirmişti. Ancak arkasında müezzin dâhil hiç kimse kalmamıştı.

CHP'nin İttihatçı kalıntısı komutanları da ezan yasağını sıkı takip ediyordu! 5 Temmuz 1938 günü Hatay'ı Fransızlardan teslim alan komutan, minarelerden "Allahü ekber" nidaları yükseldiğini duyunca, ilk talimatını vererek "Tanrı Uludur" diye okutmuştu. Türk askerini büyük bir coşkuyla karşılayan on binlerce Türk, "Fransız işgalinde bile serbest olan ezanı, Türk askeri neden yasakladı" sorusuna cevap bulamamıştı!

İslam düşmanlığı, İnönü Milli Şef olduktan sonra da artarak devam etmişti. 23 Mayıs 1941 günü toplanan CHP Meclisi, 15 Nisan 1939'da şapka takmayanlara ve Latin harfi kullanmayanlara verilecek cezayı düzenleyen TCK 526'ya, ezan okuyanları da eklemişti! Artık "Allahü Ekber" diyen; hapis ve para cezasını göze alacaktı.

Efendim, ezan ve kameti anlamıyorlarmış! Sanki Türkçe okununca camiye koşmuşlardı! Belki de, ilahiyatçıların "Camilere masa-sandalye konsun, ayakkabılarla girilsin" raporu gerçekleşmediği için gitmemişlerdir!

YASAĞI KALDIRAN MENDERES'İ ORTADAN KALDIRDILAR!

14 Mayıs 1950 günü 27 yıllık CHP diktatörlüğünü yıkan Adnan Menderes, ilk önce ezan zulmüne son vermek istemişti. Çünkü seçim öncesinde, gittiği her yerde halk, "Allah aşkına bizi ezanımıza kavuştur" diye yalvarmıştı. Ama Cumhurbaşkanı Celal Bayar, "İlk icraatınız ezanı Arapça okutmak olursa endişe ederim ki, bu son icraatınız olabilir" diye tehdit etmişti! Neyse ki Menderes kararlıydı, "Son icraatım da olsa yapacağım" demişti.

Millet, 18 yıl önce koparılan "ezan"a, 16 Haziran 1950 (29 Şaban 1369) günü kavuşmuştu. O akşam ilk teravihi kılıp Ramazan'ı karşılayacak olan Müslümanlar, iki "bayram" yaşamıştı.

416 sandalyeye sahip Menderes'i, 69 vekille engelleyemeyeceği için ses çıkarmayan CHP'liler, ikide bir "Ezan yasağının kaldırılmasını biz de destekledik" diyorlar. Madem öyle, neden 18 yıl beklediler? Merhum Menderes'i neden idam ettiler? Ayrıca neden hâlâ ezan yasağını hortlatma hasreti çekiyorlar?

CHP, İSLÂM'DAN NEFRET EDİYOR AMA "ÖŞÜR"Ü ÇOK SEVİYOR

Ayasofya'ya Haçlı zinciri vurulması, Laikliğin "dinsizlik" olarak uygulanması, nesilleri çürütmek için Köy Enstitüleri kurulması... CHP'nin "halk"a yönelik operasyonlarını saymakla bitiremeyiz.

Ayrıca her dalda zulüm yağıyordu. Mesela bir taraftan İslâmiyet'e ait ne varsa silmek isteyen CHP, diğer taraftan da köylünün; kendi imkânlarıyla ürettiği bütün mahsulünü, çirkin bir ikiyüzlülükle; "öşür" diye topluyordu. Topladığı vergilerle yapması gereken yol için köylüden para istiyordu. Para veremeyenler 6 liralık yol parası için 6 gün kazma-kürekle yol yapıyordu!

Halk, bütün bu akıl almaz zulümlere bile katlanmıştı. Ama İslâmiyet'e yönelik ambargonun dayanılacak hali kalmamıştı. İstanbul Müftüsü M. Fehmi Ülgener, 1941 yılında kendisini ziyarete gelen Sulhi Dönmezer'e "Bugün hayatımın en elemli gününü geçirdim. Süleymaniye Camii aylardır imamsızdı. Mahalle bekçisini imam tayin ettim" demiş ve hüngür hüngür ağlamıştı!

Cenazeleri yıkayıp defnedecek imam bile kalmamıştı. CHP'nin Anadolu delegeleri, halkın son noktaya gelen isyanını, 1947'deki 7. Kongre'ye taşımıştı. Bir üye, "İslam unutuldu, din ihtiyacı duyan gençler; misyonerlerle kiliseye gidiyor" diye yakınmıştı. Zavallı bilmiyordu ki, CHP zaten 24 yıldır, 18 Temmuz 1923 günü Ankara Garı'nda zikredilen "İslâm terakkiye manidir, Hristiyanlığa girmekten başka çaremiz yoktur" (Kazım Karabekir Anlatıyor, s. 93) hedefine ulaşmak için çalışıyordu!

SEÇİME GİDERKEN "ÇAKMA DİNDAR" OLDULAR!

Ama CHP'lileri de telaş kaplamıştı. Çünkü 1946 seçimini dipçik zoruyla CHP'ye oy kullandırarak, bunun da yeterli olmadığını görünce sandıkları CHP binalarına kaçırıp karanlıkta sayarak(!) zor gasp etmişlerdi. Ve yeni seçim yaklaşmıştı. Bu sefer işleri daha da zordu. Onun için bu şikâyetlere kulak vermek gerekirdi!

Durum o kadar vahimdi ki, Gezi'de "Zulüm 1453'te başladı" diyen soysuzların "dedesi" olan ve "29 Mayıs, büyük Bizans medeniyetinin barbarca yıkılışının yıldönümüdür, sevinmeyip üzülmeliyiz" diyen CHP mebusu Hamdullah Tanrıöver, bu vahameti, "TBMM'de 6 tane hademe yanıma geldi ve ağlayarak, 'Vallahi, billahi 6 köyümüzde bir tek imam kaldı. Ölülere sıra bekletiyoruz. O imam köyden köye koşuyor. Eğer bize imam vermezseniz ölülerimizi köpek leşi gibi toprağa gömeceğiz' dedi" şeklinde aktarmıştı.

İnönü meseleye el koymuş ve tam bir CHP çözümü bulmuştu! 16 Ocak 1949 günü Başbakan Hasan Saka talimatla hastalanmış ve "CHP'nin dindarı" Şemseddin Günaltay başbakan olmuştu.

Öyle bir "dindar" idi ki, Müslümanlara en büyük zulümlerden biri olan "örgüt" kurma ithamındaki; "3 Müslümanın bir araya gelmesi..." alt sınırını "2 kişiye" indirmişti! 1949 yılında ise Müslümanların başına meşhur 163. madde belasını sarmıştı! 1 Nisan 1950'de tam seçim öncesi; Müslümanlara bir şirinlik(!) daha yapan dindar(!) Başbakan, "türbe" diye, Baltalimanı ve Tanzimat belalarını başımıza saran Büyük Mason Reşid Paşa'nın Beyazıt'taki mezarını ziyarete açmıştı.

CHP'NİN DEĞİŞTİĞİNİ ISPATLAMAK ÇOK BASİT!

Efendim, "Bunlar geride kaldı, CHP değişti" diyorlar. Bu doğru mu acaba?

CHP, son 20 yıldır en zor dönemini yaşıyor. Çünkü karşısındaki Müslüman rakip, Türkiye'de ilk defa Müslüman iktidarı; her gün biraz daha "muktedir" yapıyor. Bu ise muhafazakârlığı arttırıyor. Bu yüzden CHP de, muhafazakâar görünmeye çalışıyor. Kılıçdaroğlu, onun için; başörtüyü AYM'ye şikâyet etmekle, kanun güvencesine almak arasında gidip geliyor. Ancak hayatlarında hiç olmayan İslâmiyet'i ve hiç sevmedikleri Müslümanları taklit etmeleri kolay olmuyor. Bu yüzden "seccade" gibi ayrıntılar fark edilmiyor!

CHP gerçekten değişmişse, halkı buna inandırmak çok basittir. Yıllardır "helalleşme" muhabbeti yapan Kılıçdaroğlu'nun, "CHP'nin tek parti döneminde yaptığı inkılâplar büyük hataydı. Çok saçmaydı. Bunların tamamını kınıyorum ve CHP genel başkanı olarak sizden özür diliyorum" demesi yeterlidir. Oysa Kılıçdaroğlu bu taraftaki çarşaflılara rozet takarken, diğer taraftakilere de, "CHP, kurulduğu çizgiden kıl kadar ayrılmamıştır" diyor.

Aslında CHP'yi Müslümanlar iyi biliyor. Bu yüzden CHP'yi iktidara getirmiyor. Bendeniz bu çarpıcı ayrıntıları, CHP'nin gemisine binmiş olan dindar/muhafazakâr kardeşlerimize hatırlatmak için derledim.

CHP'yi desteklemek siyasî değil; itikadî bir meseledir. Hiçbir siyasî hırs, kin ve öfke; "kurumsal din düşmanlığı"nın kısaltılmış adı olan CHP ile birlikte saf tutmak için gerekçe olamaz.

Bizi duyacak durumda olmayabilirsiniz ama yine de bizden uyarması...

"El-Mer'u Me'a Men Ehabbe..."