'Çocuktum, her şeyi anladığımı sanıyordum.
Sonra büyüdüm...
Bombaların ve bankaların dağlardan ve ırmaklardan fazla olduğunu gördüm.
Bahçıvanlar generallerden,
Menekşeler mermilerden daha azdı.
Yenilmişti dünya...
*
Duanın özgürleştiren rüzgârı çekilmişti yüzlerden,
İnsanlar doğa değil, yönetmelik kokuyordu.
Nükleer atıklar ve çok uluslu yalanlarla
Kirlenmişti yüzümüz...
*
Teknolojinin o yok edici,
O gri gölgesi düşmüştü yüzlere...
Yenilmişti yüzümüz...
Ve görüntü aynıydı bütün aynalarda...
*
Her şey çok açıktı...
Herkes kimsesiz...
Herkes bir şeyin yoksuluydu...
Hepimiz aynı anda yenilmiştik,
Ve şarkılarımız kederliydi...
*
Yanlış bir zamanda mı yaşıyordum...
Çekip gitsem mi idim?
Ne yanlış bir zamanda yaşıyordum...
Ne de çekip gidecek bir yer vardı...
Her yer aynıydı, kaldım...
Sürekli çağıran ve ayırım yapmayan toprak, nasıl olsa beni de çağıracaktı...
*
Masal dünyanın bittiği yerde başlar-...
Biliyorum eski zamanlarda değiliz artık...
Ve masallar böyle anlatılmaz...
Biliyorum... Ben hiç masal yazmazdım.
Dünya sisteminin hepimize anlattığı masal, kötü olmasa bu kadar...
*
Biliyorum, bir karınca türküsünden
Daha hafif olacak sesim...
Biliyorum, insanların birbirine olan yabancılığı büyüyecek
dünya küçüldükçe...
Biliyorum telefonlar oldukça, insanlar birbirini görmeyecek...
Biliyorum, birbirimizi hiç görmeden öleceğiz...
*
Her şey için tek şey diliyorum...
Allah'ın gülleri bırakmasın yakamızı...
*
Yukarıdaki bu mısralar/ satırlar, 8 Haziran günü Eyyûb Sultan Câmii'nden kılınan cenaze namazından sonra, hemen yakındaki Mihrişah Sultan Türbesi'nin 'hazire'sinden; 'Sürekli çağıran ve ayırım yapmayan toprak, nasıl olsa beni de çağıracaktı...' diyerek ebediyet yolculuğuna çıkan Mevlânâ İdris'ten bu dünyada kalan 'hoş bir sadâ' demeti...
İdris'in cenaze namazını Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş hoca kıldırdı. Hz. Peygamber (S)'le ilgi bir kitabın hazırlanmasında merhûmla olan işbirliklerini ve o kitabın daha sonra bir çocuk kitabı halinde hazırlanmasına olan çabalarını da anlattı tezkiye konuşmasında...
(Bu vesileyle bir noktaya bir daha değinilmesi gerekiyor: Cenazelere gönderilen ve bir takım siyasî veya ticarî vs. kişi, kurum veya şirketlerin kendi reklâmlarını yapmak için kullandıkları ap-açık olan çelenklerin, Cemaat'in ön tarafına değil, yan taraflara konulması için ülke çapında bir düzenleme yapılması konusunda iki cümlelik bir tâlimât göndermesini, birkaç kez yazdığım notlarla Erbaş Hoca'ya hatırlatmıştım. Sanıyorum, o yazılar kendisine ulaştırılmadı...
En pespâye ve ahlâksız filmlerde rol almalarıyla maruf bir takım müennes kişilerin çelenkleri bile getiriliyor, cemaatin ve tâbutun önüne...
Cemaat, namaz kılarken, , -kim olursa olsun- çelenkleri üzerinde kocaman harflerle isimleri yazılı kişilerle zihinlerini meşgul etmeye mecbur mu? Son zamanlarda 'helâlleşmek' taktiğini sahneye sürmesiyle dikkati çeken bir 'mâlûm' siyasetçinin, mütedeyyin kitlelerin itibar ettiği cenaze namazlarının hemen her birisine son 2 yıldır olduğu gibi, -sanırım, itiqadî ve ideolojik açıdan- çok az ortak yönleri olan Mevlânâ İdris'in cenazesine gönderdiği çelenkle de cemaate nanik yapıyordu. Erbaş Hoca, bu konuya lûtfen, bir el atınız...)
*
Erbaş Hoca'dan sonra, Meclis Başkanı (İslâm Hukuku profesörü olan) Mustafa Şentop Hoca da ölüm ve hayatın sürekliği konusunu anlatan bir âyeti (sanırım, Baqara-28'nci âyet idi) okuyup, kısa bir tefsirini yaptığı konuşmada, merhûmun kültür ve düşünce hayatımızdaki hizmetlerine değindi...
*
Bu satırların sahibinin, merhûm Mevlâna İdris'le yakın bir âşinâlığı yoktu. Ama, yıllar öncesinden beri yazılarını takib ediyor ve kendisine muhabbet besliyordu... Onu ilk ve son kez, 1,5 sene kadar önce Süleymaniye Câmii'ndeki bir Cuma Namazı'ndan sonra, bir grup arkadaşın kurufasulyecilerdeki toplantısında görmüştü. 48-50'sinde gösteren bu genç arkadaş konuşmaları dinlemekle yetiniyordu.
Mevlânâ İdris'i daha yakından tanımak isteyenler, Sibel Eraslan hanımın Star'daki 8 Haziran tarihli yazısını okuyabilirler. Sibel Hanım'ın eline sağlık, güzel bir yazı kaleme almış Mevlânâ İdris'in ardından...
*
Samimî ise, bu bir 'redd-i miras'tır; ama, hemen inanılabilir mi?
Kılıçdaroğlu'nun bir konuşmasının diledim, 7 Haziran günü... 'Muhafazakâr hanımlar'a hitab ediyormuş, çerçevesi ne ise ve neyin muhafazakârlığıysa... Sözlerinden, üzerinde asıl durulması gereken nokta herhalde, 'Şuna inanmanızı isterim; CHP eski CHP değil, siz de eski siz değilsiniz. Artık beraberiz, artık birlikteyiz. Aynı değerleri savunuyoruz!' diyordu, bir 'şirinlik muskası' okuyormuşçasına...
Evet, üzerinde 'Bay K....' diye geçiştirilemiyecek ve siyasî arenada ciddî olarak tartışılması gereken sözler bunlar...
'CHP, eski CHP değil!' ne demek?
Kemal Bey, 'İttihad-Terakkî'den beri devam eden partisinin bütün geçmişine karşı bir 'redd-i mîrâs' mücadelesi veriyor ve temel bir 'strateji değişikliği' yapıyor da, haberimiz mi yok? Temenni ederim, öyle olsun...
Ama, partisinin mensuplarına, sık sık, 'Biz ilk iki genel başkanımızın ilkelerinden 1 milim bile sapmadık...' diye konuşan kişi de Kılıçdaroğlu değil mi?
Yok, strateji değil de, bir siyasî taktik ise, -ki öyle olduğu ap/açık...-, o zaman da, 'avanak avcılığına çıkmak' gibi bir kurnazlığa prim verecek var mı?
Bu konuya daha çok değineceğiz, inşaallah...