Muhalefetimizin NATO hezimeti!

Linç ekibini duyar gibiyim; "Buradan muhalefete nasıl geldin, bir kere de iktidarı eleştirseniz ya."

Yazının altına bu minvalde yorum yazanlara da cevap veriyorum zaten; ağzını bozanlarla ise mahkemede artık.

Muhalefet NATO'da nasıl hezimete uğradı, tane tane anlatacağım.

*

Finlandiya ve İsveç'in NATO üyeliği söz konusu olduğunda Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk yetkililerin beyanları özetle "İsveç ve Finlandiya Türkiye'nin güvenlik endişelerini gidermeden NATO üyeliklerini onaylayamayız" şeklinde oldu. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan Madrid'e yola çıkmadan önce "İsveç ve Finlandiya NATO'ya üye olacaklarsa ittifakın 70 yıllık mensubu Türkiye'nin güvenlik endişelerini dikkate almak zorundalar. Bunun aksi düşünülemez" dedi.

Fakat Türkiye prensipte NATO'nun genişlemesinden yana bir ülke. Özel olarak İsveç ve Finlandiya'nın üyeliğine de karşı değil.

Peki neden böyle davrandı?

NATO, üye her ülkenin veto yetkisinin olduğu bir güvenlik çatısı. Dolayısıyla Türkiye'nin de tek başına, tüm diğer üyeler onay verse dahi yeni üye kabulünü engelleme hakkı var.

Türkiye ne yaptı? Prensipte karşı olmadığı bir durumu kendi lehine diplomatik bir zafere dönüştürdü.

Dedi ki madem NATO üyesi olmak istiyorsunuz, madem ki ocağıma düştünüz, benim de PKK/YPG ve FETÖ konusunda taleplerim var. Siz de bunları karşılayın.

Yani ayağına gelen fırsatı değerlendirdi. Topu taca atmadı, gole çevirdi.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener'in de anlayabileceği şekilde izah etmeye çalıştım. Türkiye, devlet aklının tezahürü olan bir yaklaşım ortaya koydu.

Hal böyle iken Madrid Zirvesi'ni "Türkiye'nin hezimeti" olarak görenlerin durumunun akıl ve mantık çerçevesinde izahı kabil değil. Bu ve benzeri beyanlar, muhalefetin büsbütün gerçeklikten koptuğunun bir göstergesi.

"Atatürk de Finlandiya'yı severdi"

Kemal Kılıçdaroğlu ne diyor? "NATO'ya giremezler diyordun hani, gittin imzayı bastın." Meral Akşener ne diyor? "Bu bir hezimettir."

Bunlar kimler? "YPG terör örgütü değildir" diyen, terör örgütü PKK'nın siyasi sözcüleriyle ittifak yürüten, FETÖ'cü isimlere sahip çıkan, hapisten çıkanlarını bağrına basan tipler. "Koltuklarınızı bize borçlusunuz" diyen PKK sözcüleri karşısında tek kelime edemeyenler.

Batı basını göz yaşları içinde "Erdoğan ülkesine zaferle döndü", "Erdoğan her istediğini aldı" manşetleri atarken bizim muhalefet onlardan daha üzgün.

Anlayacağınız "İsveç hükümeti YPG ve PKK'yı Türkiye'ye kurban etti" diyen PKK sempatizanı İsveç parlamenterlerinden yok bir farkları.

*

Madrid'deki diplomasi zaferini hazmedemeyip boş boş konuşanların samimi görüşleri ise Finlandiya basınına verdikleri röportajlarda belli:

CHP'nin Dış İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Başdanışmanı Ünal Çeviköz, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu ülkelerin NATO üye olabilmelerini PKK-YPG ve FETÖ'ye verdikleri desteği kesmeleri şartına bağlamasını "taktiksel hata" olarak tanımlamış ve NATO üyeliğinin bu konuya karıştırılmaması gerektiğini belirtmişti.

Ne de olsa "Atatürk de Finlandiya'yı severdi."

Ben demiyorum, yanlış anlaşılmasın. Ünal Çeviköz'ün aynı röportajdan alıntı sözüdür bu. Çizgili süveter Atatürkçülüğünü, dış politika vizyonsuzluğuna alet etmenin geldiği son nokta.

Ne acıdır ki bu yaklaşımın sahipleri, Türkiye'nin kazancına olan şeylere sevinme hassalarını tümden yitirdiler.

**

Türkiye, Erdoğan'ın ayağına gelen fırsatı iyi değerlendirmesi sonucunda Finlandiya ve İsveç'le; "PYD/YPG ve FETÖ'ye destek sağlamamaları, savunma sanayiinde ambargo ve kısıtlamalara gidilmemesi ve bu alanlarda kendi ulusal mevzuatlarını ve uygulamalarını tadil etmeleri, terör ve örgütlü suçlarla mücadelede istihbarat paylaşımı ve işbirliğine dayalı güçlü mekanizmaların tesisi, terör suçlularının iadesi" konularını içeren bir mutabakat metni imzaladı.

Yani Türkiye, İsveç ve Finlandiya'nın NATO üyeliğini imzalamadı.

Kılıçdaroğlu'nun "İmzayı bastın geldin" dediği imza bu imza.

NATO üyeliği meselesi bu imzaya bağlı olarak şekillenecek.

Yani önce İsveç ve Finlandiya üzerine düşeni yapacak. Şartlar yerine gelirse hükümet üyelik onayını TBMM'ye sınacak.

Bu konuda bir imza atılacaksa o imzayı, vekilleri eliyle millet atacak.

Anlayacağınız Türkiye, NATO'daki gücünü bir diplomatik zafere dönüştürmeyi bilmiş, biricik muhalefetimiz ise tıpkı "İsveç hükümeti YPG ve PKK'yı Türkiye'ye kurban etti" diyenler gibi NATO'da hezimete uğramıştır.