Müslüman, sadece Hakk'a bağlı olmakla mükelleftir; başka hiçbir şeye değil!

Bugün dünyanın hemen her tarafındaki Müslüman yeni nesillerin sadece kendi yaşadıkları zaman ve mekânla sınırlı bir anlayışa bağlandıkları giderek daha net olarak gözlenebiliyor.

Kendi inançlarına göre değil, emperial güçlerin 100 yıl öncelerde çizdikleri sınırlar içindeki coğrafyaları, evet sadece oraları 'vatan' bilip, dünyadaki diğer Müslüman toplumların problemleri hakkında fazla durmuyorlar.

Halbuki, 100 yıl öncelerdeki bütün kavimlerden Müslüman ecdâdımız, belli bir coğrafya için değil, 'Müslüman vatanı' denilen her toprak için canlarını fedâ ediyorlardı. Nitekim, sadece Çanakkale'de değil, 'şehîd' olan Müslümanların kabristanına bakıldığı zaman oralarda, o yerlerin ismini bile duymamış müslüman askerlerin mezar taşlarını görürüz.

Ama, onlardan sonra gelen nesiller, hattâ 50 yıl öncelerdeki Müslüman gençler bile, bugün epeyce uzak kaldığımız cihanşumûl bir anlayışa sahib idiler. İslâm, adetâ, onlara göklerden göz kırpıyor ve onlar onu oradan yeryüzüne indirip uygulamaya koymak hayâl ve ümidiyle çırpınıyor, mücadele ediyorlardı. Bunu yaparken, sadece bir ülkeyi, bir coğrafyayı düşünmüyorlardı.. Nerede bir Müslüman dert içinde ise ve kezâ Müslüman olmasa bile, nerede bir mazlum ve mustaz'af (yani, zayıf kalmış olan değil, hakları gasbedildiği için zayıf duruma düşürülmüş) bir halk var ise, onların mücadelelerini kendi mücadeleleri olarak biliyorlardı.

Şimdilerde ise..

Tam da emperial güçlerin planladıkları gibi, parça-bölük vaziyetteyiz.

Çünkü, herbirimiz 'kendi ülkemiz' dediğimiz coğrafyaları kutsal bilip, oralara dikilen bayrakları, bir etnik unsurun veya o coğrafyanın kutsal sembolü kabul ederek, o bayrak ve o sınırlar için, başka Müslüman kavimlerle savaşmayı bile göze alıyoruz. Tıpkı, tarla bölüşülmesinden dolayı birbirini öldüren kardeşlerdurumuna bile gelebiliyoruz, ve kendi etnik/kavmî özelliklerimizi en üstün sanarak, başkalarına tepeden bakan bir anlayışla, 'ulusal veya global ve laik kutsallar' üretiyoruz.

Halbuki, 50 yıl öncelerde bile, Afganistan, Orta Asya, Moro, Somali, Cezayir, Kafkasya, Balkanlar, Keşmir, Pakistan- Hindistan savaşları; sonra Pakistan'ın bölünüp Bangladeş'in doğmasıİ kezâ, İran'da Şah'a karşı ve 100 binden fazla kurban verilerek sergilenen büyük halk hareketi kalb ve beyinlerimizi derinden meşgul ediyordu. Bugün bu hassasiyetlerimiz zayıfladı gibi..

2-3 ay kadar önce Habeşistan'ın Tigray bölgesindeki gerilim etrafında yüzbinlerin göçü ve sivil onbinlerin ölümüyle ilgili bir yazı yazdığımda, bazı okuyucular, 'Türkiye'ye gel.. Ya da, Doğu Türkistan'dan niye bahsetmiyorsun..' diye yazdılar. Sanki bizim mes'elelerimiz sadece kendi coğrafyamız veya yakın irtibatlarımız imiş gibi..

Bu vesileyle ekleyelim ki, Türkistan denilen coğrafya, 100 yıllardır yaralı.. Doğu Türkistan ise, 1949'da orada (merhûm) İsâ Yûsuf Alptekin'in liderliğinde kurulan hükûmet, Mao liderliğindeki komünistlerin duruma hâkim olmasıyla 1 yılı bile doldurmadan son bulmuştu.

O zamandan beri Doğu Türkistan daha bir problemli.. Ama, pratik akılla ne yapılabilir? Bu düşünülmüyor, Amerikan emperyalizmi, Çin'in kendi geleceğini tehdit etmeye başlamasından beri, Çin'i Türkistan'daki zulmüyle vurmaya çalışıyor.

Gerçekte ise, Amerikan emperyalizmi yarınlarda Çin'le anlaşırsa, gündemden yine düşecektir. Nitekim, kapitalist emperyalizm dünyası 11 Eylûl 2001'de Amerika'da büyük saldırılara uğrayınca; Çeçenistan müslümanlarının mücadelesi de Amerika tarafından da hemen terör eylemi sayılmıştı.

Yarın da, Amerika Çin'le anlaşınca, D. Türkistan konusu da onların gündeminden düşecektir. Bizim kalbimizin sızısı ise, o zulüm sone erinceye kadar devam edecektir. Ama, bu, sadece bir etnik ilgi sanılmamalıdır. Her Müslüman ve mazlûm halkın acısı, derdi bizim kalb sancımız olarak devam edecektir; ve bu bizim imanî bir mükellefiyettir.

Ama bugün, itiraf etmeliyiz ki, emperial şeytanî güçler bu noktada belki de tahmin etmedikleri derecede başarılı oldular. Çünkü, bugün parça-bölük olduk ve sadece kendi yakın coğrafî mekânlarımızla ilgileniyoruz. Halbuki İslâm vatanının sınırlarını dağlar, nehirler, coğrafî sınırlar, bir takım bayrakların dikilebildiği noktalar veya emperial güçlerin dayattıkları andlaşmalar değil, İslâm inanç ve hayat değerlerinin hâkim oluşu belirliyordu.

Ve.. Müslüman, bütün insanlara, Allah'u Teâlâ'nın hükmüne göre bakar.

Muhammed İqbâl (merhûm) ise, 'Qalb-i mâ, ez Hind' u Rûm' u Şâm nist! /Merz'u bûm-u mâ, be' cûz' İslâm nist!' / Bizim kalbimizde Hind, Anadolu ve Şâm diyarlarının sevgisi yoktur! / Bizim için İslâm'dan başka sınır da yoktur, vatan da!..' mısralarında, Müslüman'ın 'vatan' dediği anlayıştan söz ediyordu.

Söz buraya gelmişken, bir konuya daha değinelim..

Kendi coğrafya ve yakın tarihimizle ilgileniyoruz, ama, meselâ nüfusu 190 milyona yaklaştığı hesab olunan Bangladeş'in devlet olarak ortaya çıkışının 27 Mart günü tertiplenen 50'nci yıldönümü kutlamalarından haberimiz bile olmadı. Bugünkü yöneticileri zâlim olsalar bile, orada büyük bir Müslümana kitle yaşamaktadır. Hind Başbakanı Narendra Modi gitti, o törenlere katıldı.

Bereket ki, orada İslâmî hassasiyeti olan gruplar, o inekperest Modi'yi şiddetle protesto ettiler.

(Bu konuya, sonraki yazıda daha fazla değinelim, inşaallah..)