Nefes...

'Nefes alamıyorum...' demişti, boğazının üstüne oturan polis memuruna, George Floyd. ABD'deki siyahilerin yaşadığı polis şiddetinin son örneklerinden birisiydi. Polise mukavemet etmediği halde, teslim olmuşken, nefessiz bırakılarak öldürülmüştü... Tam bir dehşet!

Yeryüzünde o kadar çok acı var ki. Hemen her gün ölüm sınırlarını aşmak için bir başka ölüm macerasına çıkan göçmenler mi, adaletsizlikten inleyen insanlar mı, anne-babasından koparılarak asimile kamplarına götürülen çocuklar mı... Bildiğimiz, bilmediğimiz o kadar çok acı var ki...

Sanki tüm bu ahh'lar, tüm bu göğüs daralmaları, nefes tükenişleri, toplandı gökyüzünde ve birden feleğin dallarına çattı bu acılı nefesler... Ahh diye inleyenlerin sesi arşa değdi sanki...

Ardından tüm dünyayı, hiç kimseyi ayırt etmeden hedefine koyan bir salgına düştük. Sınır tanımayan ve ölçüt kabul etmeyen bir salgındı bu... Nefeslerimize göz dikmişti. Bugün hastahanelerimizde ve özellikle yoğun bakımlarda, bir tek nefesinin derdinde düşmüş hastalarımıza bakınca... Salgının, nefes temelli olduğunu gördükten sonra, alıp verdiğimiz her bir nefese daha fazla dikkat etmemiz gerekmiyor mu?

Nefs ve Nefes, aynı kökten gelen iki kelime ve nefes, hayatta olmanın, yaşıyor olmanın en bariz bilgisi. Bu gün tüm dünyayı esir etmiş salgının, nefslerimize, hayatiyetimize yönelik olduğunu da görmek gerekiyor. Elbette sağlık tedbirleri alınmalı, elbette aşılar, ilaçlar çerçevesinde tıbbi önlemlere uyulmalı...

Ama her yaşadığımız olayın dış faktörlerle olan ilişkisi kadar, iç dünyamızdaki yansımaları da önemli. Bize nefes almanın ne kadar önemli olduğunu öğreten bu salgından, nefese ve nefslere saygı duyarak, nefes alma hakkına hürmet ederek, nefsin ve nefesin hukukuna riayet ederek çıkabilirsek şayet, bu belki de bir ruhani mezuniyet, bir fazilet mertebesi olacaktır.

İftarımızı, hastalarımıza şifa dilekleriyle açıyoruz. Ya Rabbi Sen nefes alıp verme lütfunu bağışla hastalarımıza diye dua ediyoruz. Ne çok şeye dua ettik dünyada, ama ilk kez nefes alıp verme nimeti bu kadar güncellendi kalplerimizde. Yeni bir dua öğrendik biz: Ya Rabbi nefes ver ne olur!

Bir şey daha güncellendi salgın aracılığıyla, nefes en aziz bir insan hakkı olarak, adaleti sağlamak ve rahat bir nefes aldırmak sorumluluğunu da yüklüyor bizlere. Bir yüzüyle sağlık bir yüzüyle adalet demek nefes...

İftardan evvel iyice sessizleşen caddeye doğru, çiçek açmaya çalışan erik ağacının dalları arasından bakarken, aklımdan kimleri kırıp, incittiğim, yanlışlıkla da olsa üzdüğüm kim var acaba diye geçiyor. Hastalık günlerinde bir istiğfar özür kronolojisi yapıyor insan vicdanında. Gökkubbede birikmiş gözyaşlarından denizler olsa gerek diyorum. Mazlumlar, masumlar mustazaflar, güçsüzler, çaresizler, kimsesizler... Sessizce dökülen gözyaşlarından oluşmuş ah denizleri var göklerde... İçim titriyor. Allahım nasıl sileriz masumun gözyaşını. Nefesi kesilenin hakkını nasıl öderiz... Derken, iftar vaktini ilan eden akşam ezanıyla birlikte, bir umut beliriyor... Anın içinde bin türlü an...

'Allahım Sen Kerimsin, insanlığa lütfen mühlet ver, ne olur, bizi bağışla, bizi doğru yola yönelenlerden eyle, kusurlarından pişmanlık duyarak, rızana kavuşmanın yollarını arayanlardan, bulanlardan eyle... Allahım bize nefes alıp vermeyi, kalp huzurunu ve her nefeste sana hamd etmeyi nasip et...' Derken, bir pırıltı, hediye gibi bir pırıltı, bir ümit düşüyor insanın gönlüne...