Bitti mi?
Tamam mı?
Ara tatillerden sonra çocuklar okullarına, öğretmenler öğrencilerine, veliler akşamdan akşama gösterecekleri üstün performans konforuna kavuşabilecek mi?
Cevap “evet” olsun lütfen.
Salgından en fazla etkilenen ilk alan sağlık ise ikincisi eğitim oldu çünkü.
Bu kadar çok insanı bu kadar uzun süre, ülkeleri de geleceklerini belirleyecek şekilde etkileyen pandemi döneminde eğitim öğretim süreçlerini yönetmek, günü kurtarmak yerine geleceği kuracak şekilde icra etmek tüm taraflar için gerçekten zordu.
Gözlemlediğim, okuyup dinlediğim kadarıyla öğrencilerin online eğitime uyumu -alt yapı sorunu yaşamıyorlarsa tabii- yaş gruplarına ve olgunluk durumlarına göre değişti. Büyük sınıflar çok daha kolay intibak ettiler. Hatta alternatif eğitim kanalları keşfederek çoklu, karşılaştırmalı bir eğitim deneyimi yaşadılar. Hele sınava girecek olanlar, yolda, okulda, ders aralarında kaybedecekleri saatleri sınav çalışma planına ekleyerek kendilerini bu işte kârda bile saydılar.
Ama sınıflar küçüldükçe işler sarpa sardı.
Bilhassa henüz okul formasyonu olmayan ilkokul 1’lerde öğrenciler kadar öğretmenler ve veliler de sınırlarda gezdi. Eğitim öğrenim özünde ciddi bir iş olmasa kahkahalarla güleceğiniz bir dolu olay ders saatlerinde sıradan vakalar olarak yaşandı.
İlkokul 1 öğrenci annesi olarak bu yarıyılda eğitim öğretim hayatını yakından takip etme imkanı buldum ben de.
Zira kızımı derslere şu son birkaç hafta hariç ancak “mevcutlu” sokabildim. Masanın bir kenarında değilsem mutlaka odanın bir yerindeydim. Sürekli “kızımı dersi takip et”, “öğretmenini dinle lütfen”, “hadi yazsana”, “bak şu satır okunuyor, takip etsene” ve benzeri cümlelerle öğrenciyi derste tutmak ve motive etmek gibi göze görünmez ve pek sevimsiz bir görev icra ettim.
Diğer veliler de benim gibiydi.
Ben pek yapmadım sanırım (yok yok ben yapmamışımdır) ama öğretmenin sorduğu her soruya yandan cevap veren ne veliler işittim.
O fısıltılı sufleler bir yana ebeveynleri çalıştığı için torununa bakan anneanne-babaannelerin online eğitimle imtihanını işittikçe covid-19’a lanet, kendilerine öbür dünyada cennet diledim.
Öğretmenlerin işleri bir kere gerçekten zordu. Odaya girmeyen, derse katılmayıp odada dolaşan, masaya oyuncak getiren, sıkılınca masa altında kendine yeni bir dünya kuran, kamerasını kapatan yahut ekranı tavana çeviren, cevap vermezse salvoyu atlatabileceğini sanarak bir kenara pısan öğrencilerle ders yaptı öğretmenler.
Sabırla, anlayışla, sevecenlikle... Çocukların dikkatlerini canlı tutmak, müfredatı işlemek, hepsine seslenmek, söz vermeye çalışmak, ama en temelde sürekli “öğretmenim, öğretmenim” diye bağrışan çocuklara sesini duyurmaya çalışmak onları epey zorladı.
Ailemdeki öğretmenlerden, arkadaşlarımdan ve açık platformlardaki paylaşımlardan biliyorum, kafaları da boğazları da şişti hepsinin.
Kadın öğretmenlerin yükü daha da ağırdı. Salgın dolayısıyla her türlü yardım ve destekten mahrum kalmanın ötesinde evin tüm işlerine, çocukların her ihtiyaçlarına ve mesleki sorumluluklarına yetişmekte gerçekten zorlandılar.
Kendi çocukları da küçük ve öğrenci olan öğretmenler için işler biraz daha zorlayıcıydı.
Dersinden kaçıp ağlayarak öğretmen annesinin kucağına oturmaya çalışan çocukla, o an ikilemde kalan ve işleri yoluna sokmakta zorlanan öğretmenin yaşadığı sıkıntının ve özverisinin ölçüsü yoktur bence.
O sebepten salgın döneminde öğretmenlerin emeğine ve performansına yönelen her tür eleştiriyi ve küçümsemeyi son derece haksız ve hatta şımarıkça bulduğumu ifade etmeliyim.
Emekleri hiçbir zaman ödenmez ama özellikle içinden geçtiğimiz şu zorlu salgın döneminde öğretmenlerimizin kıymetine asla paha biçilemez.
Her biri her türlü takdiri teşekkürü hak ediyor. Elleri dert görmesin.
Bu arada tüm 1. Sınıf velileri adına kendime de bir “aferin” demek istiyorum. Neticede ‘Ela, Lale, el ele’den başlayarak kendi başlarına kitap okuyabilecekleri bir safhaya geçişlerinde çocuklarımıza eşlik ettik hepimiz. Bence üstün bir emekti.
Ne maceraydı ama!