*Antalya'dan Rahmi Kýnacý isimli okuyucu diyor ki: 'Sizin evvelki gün deðindiðiniz, bir voleybol þampiyonasý etrafýnda günlerdir tekrarlanýp durulan,'medenî milletler seviyesine eriþmek' lafý galiba duracak gibi gözükmüyor... Þimdi de, Antalya'da Aspendos'ta opera sanatýnýn bilmem hangi eserleri sergileniyormuþ da, ona güzellemeler yapýlýyor...
Ve sanki 'kazý baðýrtmadan yolmak' usûlü gibi dolaylý bir saldýrý projesi devrede...
Hani, 1932'lerde dünya güzellik kraliçesi yarýþmasýna -ismi, galiba Kerimân Hâlis olan- bir kýz gönderilmiþti de, o da 'Dünya Güzeli' seçilmiþti!!.
Onun 'dünya güzeli' olmasýna karar veren komitenin baþkanýnýn o zaman yaptýðý çok düþündürücü konuþmanýn metni hâlâ mevcuttur. Evet, söz konusu seçimi yapan komitenin baþkaný, 'Bu seçime katýlan ülke için, böyle bir katýlýmýn düþünülmesi 8-10 yýl öncelerde hayal bile edilemezdi...' diyordu... Ama o konuya o zaman kimse yaklaþamýyordu.. Çünkü, bizdeki, 'Þef'ler, 'yapýlan inkilaplarýn meyve vermeye baþladýðýndan ve Türk ýrkýnýn ne sihirleyici güzelliklere sahip olduðunun dünyaca kabul edildiði'nden söz ediyorlardý..
Diyorum ki, bir voleybol þampiyonasýnýn ve günlerce ekranlarda bu kadar gündemde tutulmasý özel bir proje deðil mi? Þimdi de filânca opera, filânca 'þef'in rüyasýnýn gerçekleþmesi imiþ.
Ne dersiniz?
--Evet, bu konunun hassasiyetini bildiði anlaþýlan bu okuyucu, mayýn tarlalarýnda dolaþmayý seviyor galiba... Onun da belirttiði gibi öyle bir 'Dünya Güzellik Kraliçesi' seçiminde hangi ideolojik hesaplarla hareket edilmiþti, bunu anlamayanlara söyleyecek söz bulmakta zorluk çeker insan... Hem de, o dönemde... Hem de, millet, aç-periþan iken...
Biz yine de o vesileyle, bir noktayý ve nükteyi tekrarlayalým..
Þair Ahmed Hâþim, mâlûm bizdeki sembolik þiir sanatýnýn pîridir..
Ancak, Hâþim, kendisini çok çirkin bulurmuþ... Hattâ, 'Baþ'ým' isimli þiirinde, 'Bi-haber gövdeme gelmiþ, konmuþ, /Müteheyyiç, mütekallis bir baþ; /Ayýrýr sanki bu baþtan etimi, / Ömr-ü ehrâma (piramidlerle yaþýt) muâdil bir yaþ! Ürkerim kendi hayâlâtýmdan,/ Sanki kandýr þakaðýmdan akýyor.../ Bir kýzýl çehrede âteþ gözler, /Bana gûyâ ki içimden bakýyor!' der ve gövdesi üzerindeki o çirkin baþýndan þikayet ediyordu ya da kendisiyle barýþýk bir havada öyle yazmýþtý...
Ahmed Hâþim'e, 'Þair, seni bu 'güzellik kraliçesi' ile evlendirelim...' diye ýsrar ederler. 'Çünkü bir çocuðunuz olur; onun gibi dünya güzeli ve senin gibi de, þair...'
Ahmed Hâþim cevabý yapýþtýrýr:
-Ya tersi olursa... Benim gibi hantal, onun gibi aptal olursa!
Evet, bu konuya bu kadar deðinip geçelim. Ama þunu da ekleyelim ki, CIA'in eski baþkanlarýndan birisi, 25-30 sene öncelerde dünya çapýndaki çalýþmalarýný anlatýrken, 'Dünyadaki müstehcen (pornografik) yayýnlarýn, filmlerin ve diðer çalýþmalarýn sürdürülmesi için, her yýl, þu kadar milyarlarca dolar harcýyoruz...' demiþti.
Bu konuya bu kadar deðindikten sonra þu opera konusuna da deðinelim... Yýllarca önce, Balkan kökenli ünlü bir iþ adamý, hatýralarýný yayýnlamýþ ve Sofya'da 'Osmanlý askerî ataþesi' olarak vazife yapan ve sonralarý çok ünlenen bir subayla Sofya'da bir operaya gittiðinden söz etmiþ ve o ünlü 'ataþe-militer'in o operayý seyrettikten sonra 'Bu Avrupalýlarýn niçin bu kadar ilerlediklerini þimdi daha iyi anlýyorum.' dediðini aktarmýþtý.
Hatýrlayalým, ayný anlayýþla daha sonra, 'Çok sesli olmayan müzik devam ettikçe biz ilerleyemeyiz..' gibi noktaya bile varýlmýþ ve tek sesli türkü ve þarkýlarýn radyolardan çalýnmasý yýllarca yasaklanmýþtý... (Bu konuya inanmak istemeyenler, internetten, Sinan Çetin'in insaný sarsýcý derecede düþündürmesi gereken 'Emrediyorum, mutlu ol!.' isimli 10-15 dakikalýk kýsa filmini, kahkahalarla deðil, 'medenîleþmek adýna ne maskaralýklardan geçirilmiþiz...' diye kahýrla izlemelerini tavsiye ederim. O 'trajikomik' uygulamanýn toplumun her kesimine daha neleri zorla dayattýðýný burada tekrara gerek bile yok...)
Ancak bu vesileyle bir noktaya da deðinmekte fayda var: Son günlerde, Sultan Abdülazîz'in Viyana'daki bir opera binasýnýn yapýmýna para yardýmý yaptýðýna veya 2. Abdulhamîd'in sarayda opera için özel bölümler yaptýrdýðýna ve Batý müziðini sevdiðine dair, hayranlýk dolu yazýlarý okuyanlar þaþýrmasýnlar...
Bu yazýlanlar eðer doðru ise -ki, yalanlayacak belgeler yok-, evet, o anlayýþ, üstün kabul edilen düþmanlarýn karþýsýnda düþülen aþaðýlýk duygusunun ve onlarýn yaþayýþ tarzlarýndan -hangi saikle olursa olsun-, 'medenîlik vehmedilmesi', ya da zýmnen, 'Biz de sizin gibiyiz' denilmesi zavallýlýðýnýn yansýmasýdýr. Nitekim dün, TRT ekranlarýndan, 10-12 yaþýnda bir çocuðun, Antalya- Aspendos'ta oynanan 'opera'yý överken söylediði sözler, onun yaþýtlarýna, 'Siz de böyle eserleri seyredin ve sevin...' mesajý veriyordu, âdetâ...
Hani, 30 yýl öncelerde, zamanýn Cumhurbaþkaný Demirel, Mozart'tan senfoniler dinleyip çýkýþta, ekranlar karþýsýnda, büyük bir coþku ile, 'Ýþte çaðdaþ Türkiye bu!.' demiþti de, yakýný olan bir ünlü haným gazeteci-yazar, (N. I) bile bir yazýsýnda, 'Aslýnda, Sn. Demirel bu müzikten bir þey anlamaz; o, 'Burasý Muþ'tur...' türküsünü anlar' kabilinden bir cümle kurmak gereðini duymuþtu..
*Ýnkýlab Yayým- Basýmevi'nin yöneticisi Hasan Güneþ kardeþimiz de hassas bir konuya deðinerek diyor ki, özetle: 'Mâlum, herkes pahalýlýk ve enflasyondan söz ediyor. Ancak orta ve dar gelirli kesimlerin canýný yakan bu durumun müsebbiplerinden birisinin de ülke çapýnda özellikle gýda maddelerinin fiyatlarýný belirleyen ve ülke çapýna yayýlmýþ olan ve de sayýlarý 5-6'yý geçmeyen süpermarketler olduðu konusuna pek dikkat çekilmiyor...
Bu marketlerin mallarý üzerinde, son kullanma tarihleri yazýlýyor ve onlar da, vakti dolan mallarý topluca ve tonlar halinde imha ediyorlar veya birilerince yem sanayiinde kullanýlýyor...
Ama bu marketler o mallarýn bedelini, sigorta þirketlerinden alýyorlar. Çünkü önceden sigorta ettirmiþler o mallarý ve gerekli ödemeyi yapmýþlar... O mallar imha edildiðinde de sigorta þirketleri onlarýn zararýný karþýlýyor ve bunun bedeli, elbette dolaylý olarak halkýn cebinden çýkmýþ oluyor... Ayrýca büyük bir israf da söz konusu...
Halbuki bir çok ülkede, bu gibi marketlerin mallarýný halka sunuþta, arz ediþte ilginç bir yöntem takip ediliyormuþ. Þöyle ki: Son kullanma tarihleri yaklaþan gýda maddelerini
mesela 5-6 ay kalanlar için veya 3 ay kalmýþ olanlar için, ayrý bölümlerde ve yüzde 50 veya daha fazla fiyat indirimiyle satýlýyor; dar gelirliler de onlarý alýp, zamaný dolmadan tüketiyorlar... Bunu ülke çapýnda düþünün, ne büyük tasarruf olur ve israfýn önlenmesi için ne büyük imkânlar saðlanýr.
--Evet, iktisatçýlarýmýzýn, üretici ve tüketicilerimizin ve süpermarket yöneticilerinin bu konuda söyleyeceði bir þeyler olmalý deðil mi?
* Turgay Mýzrak isimli okuyucu da diyor ki: 'Erdoðan ile Putin görüþmesinde ev sahibi Türkiye olacaktý diye biliyorum.
Görüþme Türkiye de olmadýðýna göre, Sayýn Cumhurbaþkaný'ný, Putin ayaðýna çaðýrmýþ olmuyor mu acaba? Öylesine düþündüm de...
Bu konuda sizin bir bilginiz var mý?'
-Bu okuyucuma da arz edeyim ki, Ukrayna Savaþý'nda Rusya'nýn, 'Savaþ Suçu' iþlediði gerekçesiyle Putin hakkýnda 'Uluslararasý Ceza Mahkemesi' tarafýndan 'tutuklama' kararý verildi, 2 ay kadar öncelerde...
Kabul edersiniz ki, 'Rusya, Amerika, Çin' gibi güçleri bilinen ülkelerin liderlerine karþý
böyle tutuklama kararlarýnýn uygulamaya konulmasý kolay deðildir. Uluslararasý hukuk,
uluslararasý güce ve gücünüze göre yorumlanýr.
Nitekim, Putin o karara raðmen Afrika'ya gitti ama tutuklanamayacaðý da açýktý.
Türkiye ise... Ukrayna konusunda gerilimleri gidermeye çalýþan konumdayken, her þeyi göze alarak Putin'i Türkiye'ye getirmesinin, Türkiye için de, Rusya için de faydalý olmayacaðý düþünülerek, Erdoðan Soçi'ye gitmiþtir, herhalde... Ve sanýyorum, doðru yöntem takip edilmiþtir. Çünkü, 'Uluslararasý Ceza Mahkemesi' kararlarýna riayet edeceðine, Türkiye de imza atmýþtýr.
*Fahri Çelik isimli okuyucu, 6 Eylül 2023 tarihli ve 'Üç ismin ardýndan...' baþlýðýyla yazdýðým makale için gönderdiði mesajda, o yazýda söz konusu olanlara, hâlen hayatta olan daha baþkalarýný da ekleyerek Müslümanlara en büyük zararý o saydýðý isimlerin verdiðini yazabilmiþ...
--Hemen ekleyeyim... Bu okuyucu, daha baþka ve günümüzde çok tartýþýlan isimleri de eklemiþ... Ben kendi adýma, Seyyid Kutub'dan çok þeyler öðrendim. Kezâ, o vesileyle yazýmýn içinde ismini geçirdiðim Hamidullah Hoca'dan da... Ve diðerlerinden de... Hiç birisi, haþâ, mâsûm, günahsýz kimseler deðildiler... Yanlýþlarý da olabilir... Doðrularýný alýr, yanlýþlarýný býrakýrýz...
Böyleyken, birilerinin hemen, aðýr ithamlarý sýralamasýný anlamakta zorlanýyor, insan... Aslî inanç ve ölçülerimizde kasten bir tahrifat deðil de, sadece yorum farký varsa, hemen, tekfir mekanizmasýný harekete geçirmek, dýþlamak, birilerini zýndýklýkla suçlamak vs. yöntemler konusunda asýrlarca bir faydadan çok zarar gördüðümüzü hatýrlarsak iyi olur.
Ama, Seyyid Kutub'u öyle geliþi-güzel suçlayanlara þahsen sözüm, hep, 'Siz hiç doðru olduðuna kesin olarak inandýðýnýz yolda idâm edildiniz mi?' þeklinde olmuþtur...
Bu vesileyle ekliyeyim... Beþîr Eryarsoy Hoca, telefon etti, kendisinin, yazýmda belirttiðim gibi Prof. filân olmadýðýný belirtti. Beþir kardeþimin tevazusu karþýsýnda da söyleyecek söz bulamadým. Beþîr Hoca'yý, ilmî mertebesinden dolayý o þekilde anmýþlar ve ben de 50 yýldýr tanýdýðým Beþir Hoca'yý -ilmî derecesini takdir edecek konumda olmadýðýmdan o konuda bir þey söyleyemesem de- öyle zannetmiþim.
Evet, o, Prof. deðil, bizim 'aziz Beþîr Hocamýz'dýr.
*Ayný yazýyla ilgili olarak, Levent Akýncý isimli okuyucu da, o yazýda ismini zikrettiðim merhûm Prof. Mustafa Küçükaþçý hakkýnda 'Marmara Üniversitesi Tarih Bölümü'nde yüksek lisans derslerime giderken, Fen-Edebiyat'ýn alt katýndaki öðrenci mescidinde Küçükaþcý Hoca da, -bildiðim kadarýyla diðerleri gibi odasýnda vs. kýlmaz- orada herkesle öðrencilerle namaz kýlardý.' diye hüsn-i þehadette bulunmuþtur.'