Ölü taklidi yapmak siyaset midir?

İngiltere’de İşçi Partisi Başkanı Jeremy Corbyn açık bir şekilde seçimi kaybetti. Corbyn, ‘siyasetsizlik hali’nin sandıkta hezimete uğramasının mücessem halidir…

Bütün ülke Brexit’e kilitlenmiş, sorun çözülemeyince erken seçime gidilmiş, Corbyn’in bu en temel meselede ne dediği belli değil… Kendi partisinden 70 milletvekili yeniden referandum yapılsın diye teklif getiriyor, o konuda bile bir irade ortaya koyamıyor. 

Fikri olmayanın siyaseti olmaz, irade kullanamayandan da siyasetçi olmaz…

Siyasette statükoculuk yapmak, yani her yeniliğe-değişime karşı çıkmak ve her şeye olmaz demek nasıl fayda sağlamazsa; ölü taklidi yapmak, yani olup biten şeyleri görmezden gelip tepkisiz kalmak da aynı şekilde fayda sağlamaz.

Risk almayan, taraf olmayan, bir şeyin mücadelesini vermeyen siyasetçi eyyamcılık yapıyordur ki, bunun sonu sürekli sandık hezimetine uğramaktır. Halk kendisi için mücadele eden, risk alan, irade ortaya koyan siyasetçi ister. 

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da statükoculuktan ve siyaseten ölü taklidi yapmaktan vazgeçmiyor. 

En son Hande Fırat’a verdiği röportajda Montrö’nün tartışılmasından Kanal İstanbul’a, Libya’ya asker göndermekten ABD’ye yaptırım resti çekmeye kadar her şeye karşı olduğunu belirtmiş. 

Kılıçdaroğlu, ABD’nin yaptırım kararlarına karşı Türkiye’nin rest çekmesini doğru bulmuyormuş. Peki Türkiye ne yapmalı? Bunun cevabı yok. 

Kılıçdaroğlu sanki kendisi meselenin tarafı değilmiş ve Türkiye’den konuşmuyormuş gibi, ‘iki taraf da olgun davranmalı’ gibi sözler sarf ediyor. Oysa siyasetçi ‘Türkiye bunu yapmalı, ABD şunu yapmalı’ diye üçüncü şahıs gibi konuşmaz, ‘Türkiye olarak şunları yapmalıyız, bize yapılanlara şöyle karşılık vermeliyiz’ şeklinde meselenin bir tarafı gibi konuşur. 

CHP lideri, uluslararası konularda Türkiye tarafında pozisyon alarak görüş belirtmek yerine, sürekli iki tarafın dışında üçüncü şahısmış gibi konuşuyor ve hatta bazen de dışarıya içeriyi şikâyet eden bir tavır sergiliyor. 

Kılıçdaroğlu’nun ‘ne işimiz var Libya’da?’ sözleri de klasik çözüm önermeyen tepkiselciliğin yeni bir örneği… 

Ortada bütün dünyanın ilgilendiği, kıran kırana inisiyatif mücadelelerinin yaşandığı, ülkemizin milli hassasiyet ve çıkarlarını doğrudan ilgilendiren bir konu var. Doğu Akdeniz yeni dönemin en stratejik mücadelelerinden birine sahne oluyor. Türkiye tarihin akışını değiştirecek müthiş bir siyasi hamle yaparak bütün dengeleri değiştirdi. Şimdi Mısır ve İsrail bile statükoyu nasıl değiştirip yeni bir ilişki denklemi kurulabilir diye hesaplar yapıyor. 

Böyle bir aşamada meselenin hiçbir tarafına değinmeden ‘Ne işimiz var Libya’da’ demek çok sığ bir yaklaşımdır. Asıl soru, Libya’dan bigâne kalırsak ne zararımız olacağı, Türkiye’nin neler kaybedeceğidir.

Kılıçdaroğlu’nun Doğu Akdeniz’de yaşananlar, enerji mücadeleleri, egemenlik alanı tartışmaları, oyun değiştirici bir hamle olarak Libya ile yapılan anlaşma gibi konulara değinmeden meseleyi asker göndermeye indirgemesi çok ucuz bir yaklaşım gibi görünüyor. 

İçe kapanma, tepkisiz kalma, olup biteni izleme, kabuğuna çekilme gibi siyasi tavırlar Eski Türkiye’nin statükocu refleksleridir.

Bu kadar dinamik bir süreçte her şeyden elimizi eteğimizi çekelim gibi bir yaklaşımın tutar tarafı yoktur. 

Deniz ve kara sınırlarının yeniden çizilmeye çalışıldığı böyle kritik bir süreçte ölü taklidi yapıp kabuğuna çekilenler ülkelerine kötülük yapmış olurlar ve gelecek nesillerin lanetinden kurtulamazlar.