‘Prof.' olmak, zordur; ama bazı ‘Prof.'ların ‘adam olması', bir de ‘muhâl'dir

Zelzele konusunda, efsanelerde, 'yeryüzü bir öküzün boynuzu üzerinde durur, öküz başını salladı mı, zelzele olur.' denilirmiş. Bunun içindir ki, Türkçedeki 'hükûmet darbesi, devrim' gibi konular için, Arabçada, -sosyal zelzele'ye de bir çağrışım yaptırdığı için olsa gerek, 'öküz' demek olan 'sevre/sovre' kelimesi kullanılır ve böylece, bir sosyal düzen bozulduğunda da, 'yeryüzünün, boynuzları üzerinde durduğu'ndan söz edilen 'öküz'ün başını salladığı anlatılmış olunur.

Ömer Khayyâm ise, bir rübaîsinde, 'Eskiler, yerin altında bir öküzün olduğundan söz ediyorlardı. Şimdi ise, müneccimler gökte de bir 'boğa/sevre burcu.' buldular. Ey akıl sahibi, sen aklını kullan da, bu ikisi arasında tepişen 'dörtayaklılar' durumuna düşme.' der.

Ülkemiz korkunç bir 'jeo-fizik deprem' yaşadı- yaşıyor. Evet, geçmişte de çok depremler yaşamışızdır. Hele de, askerî savaşlarda karşılaşılan ve zaferleri bile acı olan tablolardan da öteye, ideolojik- fikrî veya itiqadî alanlarda, sosyal zeminlerde de öyle depremler yaşamışızdır ki, o sosyolojik depremler, 'jeo-fizik deprem'lerden çok daha derin etkilerini hâlâ da sürdürmektedir.

Bu son ve büyük depreme gelince.

Evet, bir deprem coğrafyası olan Anadolu'da önceden de depremler olurdu, ama, bunların çoğu, bir-iki şehirle sınırlı kalırdı. En büyüğü ise, 17 Ağustos 1999'da yaşanan Büyük Marmara Depremi'ydi ve 20 bine yakın insanımızın vefat ettiği, binlerce evin yıkıldığı o depremi, 3 ay kadar sonra, Kasım-1999'daki Düzce Depremi takib etmişti.

6 Şubat'ta yaşadığımız büyük deprem ise, Güneydoğu ve Doğu Akdeniz bölgesiyle (Suriye'deki 6-7 bin kadar vefatla birlikte) yaşanan ve şu andaki rakamlar itibariyle 52-53 bini bulan facia kurbanlarının ve on binlerce binaların yıkılmasının karşımıza çıkardığı ve sadece Anadolu'da değil, dünya depremler tarihinde de, 130-140 bin kilometre karelik (Yunanistan'ın yüzölçümünden de büyük) bir coğrafyayı içine alan felâket; ne kadar büyük olursa olsun, 'tarihin karanlık dehlizlerinde kaybolup gitmiyorsak', 'Öldürmeyen yara, bünyeyi güçlendirir' fehvâsı/ anlayışı gereği, sonunda, 'yeniden ayağa kalkacağız' demektir, Allah'ın izniyle.

Bu ağır yarayı tedavi edeceğimizi bu inançla söyleyebiliriz. Hele de bizim toplumumuzda, beklenmedik felâketler karşısında, Allah'a sığınmak inancının verdiği metanet, sabır ve de darda olan başkalarına yardımcı olmak dayanışma ve şuûru insanları daha bir güçlü yapıyor.

Ayrıca, dünyanın çeşitli ülkelerinden bu büyük deprem için, -böylesine büyük bir felâket karşısında hemen hiçbir hükûmet'in tek başına çare olamayacağının da işareti olarak-, hangi din veya ırktan olursa olsun, yardımcı olmaya koşan başka ülke ve halkların da yardım ve kurtarma ekiplerinin gelmesi 'insanî yardımlaşma'ya bir güzel örnek oldu.

Evet, bunlar olurken. Ne yazık ki, insanların içinde sûreten insan görünümünde olan, ama sîreten / rûhen ve iç dünyalarındaki çukurlukları hasebiyle , 'belhum-adall'/ hayvandan da aşağı, ve 'esfel-i sâfilîn.' (aşağılıkların da aşağısı) yaratıklar yok değil. (Bu ifadeler, öyleleri için Kur'an-ı Kerîm'in ifadesidir). Yazık ki, o tipler, bizim toplumumuzda da vardır ve o gibiler ne olursa olsun; evet, ancak 'hayvandan aşağı' yaratıklardır.

Ve acıdır ki, bu gibi yaratıklar, sosyal medya denilen lağım çukurunun kenarına oturup, içinde yaşadıkları o durumu 'normal' sanan ruh hastaları, kendi ruhî sefaletlerini başkalarına da bulaştırmak isteyen 'mübtezeller gürûhu'nu temsil etmektedir.

Bu 'mübtezel gürûh', görmedikleri- bilmedikleri yerler ve hadisât hakkında, sadece yalan değil, normal insanların hayâl etmekte bile zorlanacakları ve okuyanları 'şaşkına döndürecek' en saçma iddiaları, gerçek imiş gibi, topluma yansıttılar. Gerçek olduğunu ispatlayamadıkları bu alçaklıkları, ispatlayamadan yaymak da daha hafif bir alçaklık ve şerefsizlik değildi. Bunlardan bazıları belirlenip yakalandığı ve sorguya çekildikleri zaman, 'yanlış imiş, sildim.' mazeretleriyle kendilerini sözlerinin sorumluluğundan kurtarmak alçaklığına tutundular.

O mübtezel güruhların, fiilen, 'lâğım çukurunda oturmuşlar sözlüğü' mânâsı taşıyan ve 'AFAD Alevîlere yardım etmedi. Gelen yardımları askerler yağmaladı.' gibi en fitneci ve sosyal hayatı, hele de bu büyük felâket ortamında daha bir zehirlemek isteyen internet siteleri kapatıldığı zaman, Ana Muhalefet lideri olan KK Bey'in, 'özgürlüklerin kısıtlandığı'ndan filan söz edebilmesi, utanç vericiydi.

*

Ama, aynı haince yalanları yayanlar arasında, kendilerini 'jeolog ve deprem uzmanı' diye tanıtan 'Prof. vs. akademik' titrleri taşıyanlar da var. Onların ismi lâzım değil. Esasen üzerinde durulmalarının gerektirmeyecek kadar 'bayağının da bayağısı' tipler bunlar. Bunlar, hattâ deprem yıkıntılarından çıkan çaresiz kadın, kız ve çocuklara ahlâksızlıklar yapıldığı, 'kimsesiz çocuklar satıldı, tarikatlara verildi.' gibi alçağın da alçağı iddiaları yaydılar, o 'lağım çukuru sosyal medya'dan.

Bu alçakça, şerefsizce iddiaları yazabilen-yayabilen prof. tipler sonra da, sorguya çekildikleri zaman, 'Pişmanım, art niyetim yoktu, oralarda öyle konuşuyorlardı, doğru olmadığını öğrendim, ben de paylaştım ve kaldırdım" diyerek, sözlerinin bedelini ödemekten bile kaçındılar ve serbest bırakıldılar; toplumumuz içinde alnı açık olarak nasıl dolaşacaklarsa.

Bu gibilerin mahiyeti hakkında 100 sene öncelerde, dönemin filozoflarından Ferid Kam, bir dörtlüğünde şöyle diyordu:

'Ne taaccüb ediyorsun, buna dünya derler.

Duyulan herzelere onda nihayet yoktur.

'Yerin altında öküz var mı?' dedi bir meczûb,

'Onu bilmem dedim, üstünde fakat pek çoktur.'

*

Evet, aynen böyle. İsimlerini vermesek de, zihniyetlerine değindiğimiz bu gibi tipler, gerçekte 'yerin üstündeki 'öküz'lerdendirler. (Bu tiplere, 'hayvandan da aşağı' ve 'esfel-i sâfilîn.' nitelemelerinin en uygun olduğunu bir daha hatırlatalım.)

Ve de, 'prof., akademisyen..' filân gibi yaldızlı titrlerinin ardına gizlenerek kendi gerçek maiyetlerini topluma gösteren o gibi tiplere yazının başlığındaki cümleyi tekrarlayalım:

'Prof.' olmak zordur; ama bazı Prof.ların 'adam' olması bir de, 'muhâl'dir.'

*

NOT: Bizde 14 Mayıs'da yapılacağı kesinleşen seçimler öncesinde, muhalefet, Erdoğan'ı saf dışı edebilmek hayaliyle entrika çarklarını işletirken. Afrika'nın 220 milyon nüfuslu ve en büyük ekonomisine sahib Nijerya'da 25 Şubat günü yapılan seçim öncesinde, Bola Ahmed Tinubu ve Atiku Ebubekr gibi iki Müslüman adayın yarışından istifade etmek isteyen emperial odakların, laik kesimleri ve tecrübesiz gençleri cezbetmek için sosyal medyadaki büyük yaldızlamalarla yarışa soktukları Katolik Hristiyan Peter Obi, umuduna ulaşamadı ve halkının yüzde 65-70 civarında Müslüman olan Nijerya'da, Başkanlığı, Bola Ahmed Tinubu'nun kazandığı kesinleşti ve bu netice emperial dünyanın medyasında derin bir hayal kırıklığı oluşturdu. Emperial dünyadaki bu hayal kırıklığının 14 Mayıs'ta, bu ülkede de tekrarlanması temennisiyle.