Ruhuma geçmiş dilekçem

Üzerinize afiyet, biraz rahatsız olduğum için pazar günü evden çıkmadım. Çıkanlardan duydum, Cumhuriyet'in ilan edilişinin yıldönümü münasebetiyle törenlere katılanlar, gösterileri seyredenler o kadar çok kalabalıkmış ki, iğne atsan yere düşmezmiş. Şimdi burada Cumhuriyet'in mana ve ehemmiyetini anlatacak değilim. Zaten kaşları çatık bir zat da değilim. Çocukluğumdan beri resmi törenlere karşı üzerimden atamadığım, bugünlerde yakama yapışmış mevsimsel gribin benzeri, resmi soğukluğu bir iki anekdotla anlatmaktır maksadım.

Köydeki bütün çocuklar gibi ben de 1 Nisan gününü iple çekerdim. İlçemiz Erciş'in kurtuluş günüdür. Erciş'in kurtuluşunu sembolize eden törenleri izlerken dört beş aylık karakış esaretinden kurtuluşumuzu da kutlardık aslında. Fakat her sene buruk, mahzun, boynu bükük dönerdik köylerimize. Önce temsili düşman kuvvetleri şehre girerlerdi. Sonra temsili milis kuvvetleri "Allah... Allah" nidalarıyla saldırıya geçer ve düşmanları öldürür, memleketi kurtarırlardı. "Allah... Allah" nidalarını duyduğum zaman şahsen benim tüylerim diken diken olurdu. Ama bu sefer, ağzımızın tadını bozan, sevincimizi kursağımızda bırakan, kurtuluşumuzu çalan bir hırsız el devreye girerdi. Hemen hemen oradaki bütün çocukların "burunlarını göstermekten utanan" anneleri gibi giyinmiş çarşaflı bir kadın sahnenin ortasına getirilir, önce bileklerindeki esaret zinciri çözülür, sonra da çarşafı çıkarılıp yere atılırdı. Çarşaf çıkarıldıktan sonra ortaya saçılanlar "kefen bezine mahrem"di. Allah Allah, ne bu şimdi, diye birbirimize bakardık biz çocuklar ve çocuk aklımızla "kurtuluşumuz bir başka bahara kaldı" diyemediğimiz için, ileride anlamak üzere zihnimizin bir köşesine not ederdik "yazısız pulsuz dilekçe"mizi. Oldum olası törenlerden hiç hazzetmedim, çocukluk travmamı depreştirecek nahoş bir sürprizle karşılaşabilirim diye.

Seneler geçti. İstanbul'a taşındık. Çocuklarım okula başladılar. Okulda düzenlenen bir 23 Nisan töreninden sonra çocuklarımdan biri törenlerden sonra eve geldi. Başörtülü annesinin yüzüne bakarak anne, öğretmenimizin söylediğine göre "örtülü, çarşaflı kadınlar öcüymüş" dedi, ağlamaklı bir ifadeyle... Baktım, 1 Nisan törenlerinden sonraki allak bullak halimi gördüm yüzünde. Kemalizm, dedim, sen en güzel duyguların katilisin.

Dün bir dostumdan dinledim. Pazar günü dışarı çıkmışlar ailece. Bütün sahiller, boğaza bakan tepeler hıncahınç insan doluymuş. Başörtülü, çarşaflı kadınlar ellerinde bayraklarla çoluk çocuk cumhuriyetin ilan edilişinin yıldönümü kutlamalarına koşmuşlar. Dostumun eşi, kendisi gibi başörtülü biraz yaşlıca bir hanımefendiye sormuş, "teyzeciğim, bugüne kadar hiç bu tür kutlamalara katıldınız mı?" diye. "Hayır" demiş, "ilk defa katılıyorum". "Eskiden bize yapılan hakaretlere tahammül edemezdim" diye eklemiş.

Kemalizmin milletin ana gövdesinin bileğine geçirdiği zorbalık zincirinin çözüldüğüne dair umut verici gelişmeler bunlar.

Sosyal medyada gözüm Şırnak'taki Cumhuriyet'in ilanının yıldönümü kutlamalarını gösteren bir videoya ilişti. Ellerinde silahlarıyla askeri birlikler, onları izleyen zırhlı araçlar resmigeçit yapıyorlar. Yol kenarında halktan kimse yok. Esnaf desen, dükkânının önüne çıkanı arasan bulamazsın. Dini, tarihi, coğrafi ve kültürel olarak ülkenin ana gövdesinin bir parçası olan Kürtlerin diline, kimliğine, kültürüne Kemalizmin vurduğu resmi pranganın etkisi devam ediyor, yaşattığı yüz yıllık travma bilekçe gibi Kürtlerin ruhuna geçmiş, dedim.