ABD’nin ‘Yüzyýlýn Anlaþmasý’ diye pazarladýðý ama muhtevada Filistin’in ilhakýný meþrulaþtýrmaya çalýþan adýmý, bir gerçeði daha gözler önüne seriyor.
O gerçek, Ýslam ülkelerinin önemli bir kýsmýnýn bu adýma sessiz kalmasý veya gereken tepkiyi vermeyerek dolaylý destek olmasý deðil. Zaten bu artýk sýradan bir durum olarak kanýksanmýþ halde.
Asýl gerçek, ABD’nin bu ülkeler dize getirmesi, hizaya getirmesi, köþeye sýkýþtýrmasý, bir nevi tehdit ve þantajlarla kýpýrdayamaz hale ve iþbirlikçi konuma getirmiþ olmasýdýr.
Hatýrlanacaðý gibi ABD Tel Aviv Büyükelçiliðini Kudüs’e taþýma kararý verdiði 14 Mayýs 2018’den önce de bölge ülkelerini tepki gösteremeyecek hale getirmiþti.
Bu karar ABD’nin tek bir hamlesini deðil bir paket programý ifade ediyordu. Amerikan yönetimi, Ýsrail’in adeta önüne koyduðu bu paket programý uyguluyordu. 6 Aralýk 2017’de Kudüs’ü Ýsrail’in baþkenti ilan eden ABD, devam eden dönemde büyükelçiliðini Kudüs’e taþýdýðý, Ýran’la nükleer anlaþmadan çekildi, Filistin’e yaptýðý yardýmlarda kesintiye gitti, ABD’deki FKÖ temsilciliðini kapattý, Filistin’e yapýlan uluslararasý yardýmlara desteðini çekti ve nihayetinde bugünkü noktaya gelindi.
Sanki Ýsrail’in ‘check list’ini uygular gibi adým adým bir hedefe doðru gidiyor.
Bizim yazýmýzýn konusu olan husus ise bunlarý yaparken normalde tepki göstermesi gereken ülkeleri nötralize etmesi, dolaylý destekçi pozisyonuna getirmesidir.
Ortadoðu’daki bu plan, Ortadoðu’daki ülkeleri zapturapte alarak baþladý. Suudi Arabistan’daki siyasi operasyonlardan Suud Kralýna yönelik, “Bak Kral, biz seni koruyoruz. Biz olmazsak iki haftaya orada kalamayabilirsin” çýkýþýna kadar giden olaylar, Mýsýr darbesi, Körfez ülkelerine yönelik baskýlama ve ayartma çabalarý hep bu sürecin bir parçasýydý. Ortadoðu ülkeleri öyle bir hale getirildi ki, Kudüs kararý açýklandýðýnda kimsenin tepki göstermeye mecali kalmamýþ ve iþbirlikçi rejimler konsolide edilmiþti.
O süreçte en güçlü tepkiyi veren ülke Türkiye idi. Ama Türkiye’yi baskýlamak için de ABD hamleler yapmýþ ama karþýlýk görememiþti. Ayný Kudüs kararýnýn çýktýðý Mayýs ayýnda Hakan Atilla davasý Türkiye’yi zorda býrakmayý amaçlýyordu. Ardýndan yaþanan günlerde sözde Ermeni Soykýrýmý Tasarýsýndan ekonomik/askeri yaptýrýmlara kadar sürekli Türkiye tehdit edildi.
O günlerdeki bir yazýmda “S-400 gerilimi Türkiye’yi ‘hizaya getirme’ amacý taþýyor. Bu hizalanma, ABD’nin ekseninde bir pozisyonda sabitlenmeyi ifade ediyor. ABD Temsilciler Meclisi’nin yaptýrým kararý ve sözde Ermeni soykýrýmý kararý bir ‘intikam’ ve ‘þantaj’ anlamý taþýyor” demiþtim.
S. Turgut, ‘Yüzyýlýn Anlaþmasý’ný Neo-Con Evanjelist ültimatomu olarak nitelendiren bir yazý yazdý. Ben de bir yazýmda bu tehlikeye þöyle atýf yapmýþtým: “ABD’deki evanjelistlerin kýyamet senaryolarý, neoconlarýn yeni dünya düzeni ütopyalarý, Ýsrail yönetiminin karanlýk hesaplarý, FETÖ’cülerin sapkýn hedefleri sanki ayný potada erimiþ, dünyanýn baþýna bela olmuþ durumda.”
Burada vurgulamak istediðim husus, ABD’nin küresel düzeyde kurmaya çalýþtýðý ‘þantaj rejimi’nin bir yönüyle içe dönük de iþlediðidir.
Neo-Con, Evanjelist, Ýsrail konsorsiyumunun eylem planýný hayata geçiren iki isim olan Trump ve Netanyahu da ayný zamanda kendi siyasi istikballerini kurtarmaya çalýþýyorlar. Biri azil süreciyle, diðeri yolsuzluk davalarýyla uðraþýyor.
Acaba onlar da bu ‘þantaj rejimi’nin bir parçasý olarak hizada mý tutulmaya çalýþýlýyor? Gönüllü olarak bu iþe çok yatkýn olduklarýnda þüphe yok ama bir el onlarý da tartýþmalý halde tutarak daha fazla motive ediyor olabilir.
15 Aðustos 2018’taki yazýmda, “Acaba dünyaya tehditler yaðdýran ABD Baþkaný’nýn kendisi de tehdit altýnda mý? Pragmatist bir iþ adamýnýn bu kadar ‘misyoner’ olmasý akla yakýn görünmüyor. Acaba neoconlar ve evanjelistler Trump’ý böyle bir yaklaþýma mý zorluyorlar?” demiþtim.
Trump’ýn hem aileden gelen baský hem de siyasi hesaplar sebebiyle bu iþe zaten çok elveriþli olduðu söylenebilir. Ancak þer cephesinin kendi kullandýklarý adamlarý da istim üstünde tutmaya çalýþmasý pekâlâ mümkündür.