M. Yalçın Yılmaz
M. Yalçın Yılmaz
Tüm Yazıları

Sezai Karakoç'un ardından

Çoğu genç için şiir, fikir dünyasının hem giriş kapısıdır hem de ulaşılması zor istasyonudur.

Birçokları onu Gülceli muhacir kızına aşık bir akrostiş şairi olarak tanıdı. Benim kuşağım daktilo edilmiş bir şiirin fotokopisi sayesinde Mona Rosa'yı ezberlemişti. Teyp kasetlerine okunan amatör kayıtlar elden ele dolaşıyordu. Dilden dile dolaşan şiirin hikayesi merak uyandırıyordu. Oysa şair uzun yıllar hiçbir kitabına almamıştı bu güzel şiiri.

Sezai Bey dünya sürgününü tamamladı ve dün gece yalnız başına Hakk'a yürüdü. Sezai Bey'i anlamak isteyenler için şiirleri birer giriş kapısıydı. Ama şiirlerindeki derin kökler okurunu düşünce iklimine sürüklüyordu. Tabiri caizse onun şiirinde düşünce, meyvenin içindeki usare gibiydi.

Sezai Bey'in şiirinde inanç, tarih, kıssa, anlatı, mitoloji, coğrafya vardır. İçine doğduğu medeniyetin kırılma dönemlerini imgelerle ve metafizikle diri tutmaya çalışır. Bulunduğu yerle sorunları vardır ama bu dünyevi bir kavgadan çok hakikat medeniyetini arayıştır. Şiirlerinde geçen isimler/kahramanlar tarihten çekilip estetize edilmiş canlandırılmıştır. Modern bireye geçmişe yaptığı göndermelerle özdeşlik kurdurur.

Sezai Bey'in modernite karşısındaki duruşu esnek değil nettir. Gönül gözüyle baktığı, yeryüzünde var olan her şey aşkındır ve derin köklere sahiptir. Çağın insanıdır ve moda yaklaşımlara karşı metafiziği merkezine alır.

Sezai Karakoç'un düşünce ve şiir izleğinde bütün İslam tarihi olmakla birlikte doğu ve batı düşüncesi karşılaştırmalı olarak yer edinmişti. Bu derin okuyuş ve algılayış okurlarını ve çevresindeki gençleri bazı tehlikelerden korumuştu.

1970'lerde Türkiye'ye, Batı'nın kontrolünde kalmış eski sömürge ülkelerden düşünce akımları ithal ediliyordu. Türkiye dindarlarının aklını çelmek için hızlı bir tercüme faaliyeti başlamıştı. Malum mahfillerce fonlanan tercüme kitaplar dünya Müslümanlarına bir sel gibi kolayca ulaştırılıyordu. Türkiye'de mayalanamayacak bu akımlara karşı Sezai Bey'in düşünceleri adeta koruyucu bir bend gibiydi. Gençliği tarihe, köklere ve rehber edindiği sahih yola yönlendirmiş ve paslı zihinleri aradığı çarelerle aydınlatmıştı.

Sezai Karakoç'un Mevlana, Yunus Emre, Mehmet Akif kitapları onun derin kökleriyle irtibatını bize göstermektedir. Aşkın yolculuğunda etrafındaki az sayıda muhibbine nazar edersek eğer, her birinin kıymetli birer pırlanta gibi saf ve temiz kaldığını da görürüz.

Sezai Bey'in müdanasız hayatı onu daha da değerli kılmıştır. Herkesin makam, mansıb beklediği bir çağda kimsenin karşısında eğilip bükülmemiş olması onu tanıyanları hayran bırakmıştır. Diriliş hareketini sesini duyurmak için kurmuştu lakin hiç politika yapmadan sadece kendi hakikatini seslendirdi.

1980 sonrası Türkiye'de kendisini dindar, mütedeyyin yahut muhafazakar diye tanımlayan gençlerin kafa karışıklığında Sezai Karakoç bir koruyucu ve zihin açıcıydı. O üniversite gençliği için rol-model olmuş şehirli bir mümin-mütefekkirdi. Günlük tartışmaların ötesinde insanlığın dirilişi için muştular arayan Sezai Bey'i hiç gidemediği ülkelerin diline tercüme etmek ve dünya Müslümanlarına tanıtmak diriliş yolcularının misyonu olsun.