Ramazan'ý daha fazla ve rengârenk yemekler sanmak gibi eðilim bize geçmiþten kalan bir yanlýþ kültür kalýntýsý olsa gerek. Osmanlý'da daha da fazlasý varmýþ, Þehzadebaþý'nda 'Direklerarasý' denilen mahal, eðlence merkezi imiþ, iftar vaktinden sahura kadar...
Hâlbuki, Ramazan, bedenen ve rûhen arýnmak idmanýnýn yapýldýðý bir aydýr.
Bir 'nebevî hadis'teki, 'Ýnsanoðlunun doldurduðu en kötü kab, kendi midesidir...' meâlindeki 'rivayet' ne kadar uyarýcýdýr.
*
Sahi, 'Ramazan geldi...' diye, daha çok yemek için deðil, daha az yemek için, her þeyden daha az satýn almak, bir göztokluðu olarak topluma devamlý telkin edilse ve daha fazla satýn almak eðilimi, bir 'görgüsüzlük ve açgözlülük' olarak nitelense, netice nasýl olur, dersiniz?
*
Bizim köylerimizde, yaþlýlarýmýz, bahçelerinden-bostanlarýndan aldýklarýný, komþularýyla, 'baþkalarýnýn da göz hakký vardýr' diye paylaþýrlardý... Ýmkânlarý olduðu halde, pazardan, fileler dolusu alýþ-veriþ yapmayý da ayýp sayarlardý. Materyalist dünya görüþüne baðlý olanlarýn anlayamýyacaklarý 'Digergamlýk' (baþkasýný da düþünmek) bir temel hayat düsturu gibiydi. Materyalist insan ise, baþkasýný düþünmek ne kelime, 'Cehennem yani diðerleri...' anlayýþýna bina etmiþtir, hayatýný...
Ýstanbul'da Pazar kurulan mekânlarý hele de akþam üstlerine doðru þöyle 1 saat kadar bir dolaþmanýn insana çok þeyler öðreteceðini sanýyorum... Oralarda, dar gelirli insanlarý daha çok görürsünüz ve de aç gözlü satýcýlarýn hilelerini...
Evvelki gün, 'Mýsýr Çarþýsý'ndan geçeyim dedim, ana-baba günü idi. Özellikle kuruyemiþ satýcýlarýnýn çýðýrtkanlýklarý arasýnda, özellikle de ev hanýmlarý durumunda olduklarý sanýlan yaþ kesimi, 'Amaan, çok pahalý...' dedikleri halde, hemen sýraya giriyorlardý. Hâlbuki o kadar iþtihalý alýþ veriþ yapmasalar, bakýp geçseler, o satýcýlar ona göre davranacaklar, mallarý ellerinde kalacak ve fiyatlar tepe-takla olabilecektir.
Oradan, Fatih- Çarþamba Pazarý'na geçtim... Orasý da ana-baba günü... Çok dar gelirli olanlar zâten belli... Onlar, tezgâhlarda, seçile-seçile artýk en kalitesiz olanlarýn kaldýðý anlaþýlan sebze ve meyvalarý almak zorundalar... Evet, n'apsýnlar, evde çocuklara bir þeyler hazýrlayacaklar... veya söylene-söylene alýyorlar...
Ama, satýcýlar, hiç yenilmeyecek kadar ezik, çöp hükmünde olan sebze ve meyvalarý, ayrý bir yere koymuþlar... Sanýrsýnýz ki, onlar ihtiyaç sahiblerine parasýz verilecek...
Ama, hayýr!
Onlarý da saðlamlarýnýn yarý fiyatýna satýyorlar... Ve onlarý da almak zorunda kalan insanlar var... 'Ayýptýr, yahu... Bunlar satýlýr mý?' demeye kalksanýz, size en edepli tepkileri, 'Allah'ýn acýmadýðýna ben mi acýyayým?..' diyecek kadar, insanlýktan nasipsiz, iki ayaklýlarla karþýlaþýrsýnýz...
'Onlarla sahiden de ayný inancý mý paylaþýyorum?' diye insan kendi içinden geçirebiliyor... Ve yazýk ki, evet, onlarla ayný inancý paylaþtýðýmý mescidlerde ayný safta olduðumu görünce anlýyorum... Onlardan bazýlarýný, mescidlerde öyle huþû içinde dua eder vaziyette görüyorum ki, kendimde ayný heyecaný bulamýyorum. Herhalde, günlük hayatýn meþgaleleri içinde haram-helâl demeden, daha çok kazanmak peþinde olanlar, demek ki, o gözyaþlarýyla, günlük hayattaki davranýþlarýný affettireceklerini sanýyorlar.
Ama, oradan da bir teselli buluyorum... Çünkü, bu insanlar, ya bir de ibadet etmeseler, onlarý kim frenleyebilir, daha bir azgýnlaþmazlar mý diyorum... Evet, bu insanlar bu inançlarý da olmasa kim bilir ne kadar daha bir zâlim olacaklardýr...
Esasen, bütün enbiyaullah, (ilâhî peygamberler) de hep, sûreten /þeklen insan olanlarý sîreten, ruhen derunî dünyasýyla da insan olmak mertebesine yükseltmekle vazifeli olarak gönderilmiþ deðil midirler?
*
Ziyâ Paþa, 150 yýl öncelerde, herbirimizin kulaklarýna küpe olacak þekilde þu beyti söylemiþti:
'Tevsi-i maiþet (maiþetini arttýrmak)derdiyle geçmekte ömrün; /Söyle þeyhim, ne zaman muselman olacaksýn?'
*
Sözü, Yahyâ Kemâl'in 'Atik Valde'den Ýnen Sokakta...' þiirinde çizdiði tabloyla noktalayalým..
Yahyâ Kemâl, o þiirinde önce, Üsküdar'daki 'Atik-Valde' semtinin geçmiþteki fakir görüntüsünü tasvir eder, ve bir Ramazan akþamýnda fukara kýzcaðýzlarýný bakkalda bir þeyler almak için bekleþtiklerini anlatýr. Gerisini, Yahyâ Kemâl'den dinleyelim:
'(...) Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neþ'e kapladý kerpiçten evleri.
Yâ Rab, nasýl ferahlý bu âlem, nasýl temiz!
Tenhâ sokakta kaldým, oruçsuz ve neþ'esiz...
Yurdun bu iftarýndan uzak kalmanýn gamý
Hadsiz yaþattý rûhuma bir gurbet akþamý.
Bir tek düþünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladým ve dedim kendi-kendime:
"Onlardan ayrýlýþ bana her an üzüntüdür;
Mâdemki böyle duygularým kaldý, çok þükür."
*
Evet, oruçsuzluðunu acý çekerek, bütün samimiyetiyle böylesine derinden itiraf eden ve bizim manevî hayatýmýza uzaktan da olsa, imreniþini bu kadar güzel yansýtmýþ az þair vardýr.