Mevlana'ya atfedilen bir söz vardır: "Kula bela gelmez Hak yazmadıkça, Hak bela yazmaz kul azmadıkça." Son birkaç yılda, özellikle son aylarda yaşadığımız musibetler ister istemez aklımıza bu sözü getiriyor. Olan biteni bu çerçeveden okuduğumuzda ise karşımıza ibret dolu bir tablo çıkıyor.
Memleketimizde yaşanan yangın ve sel felaketlerinden sonra herkes birilerini suçlu ilan etme peşinde.
Muhalefet iktidarı, iktidar muhalefeti, solcu sağcıyı, sağcı solcuyu, seküler muhafazakarı, muhafazakâr seküleri... Velhasıl kelam, her kesim suçu bir başkasında arama yarışında.
Oysa Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerim'de, Nisa Suresi'nin 79. ayetinde "Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir." buyuruyor.
Biz ise böylesine büyük bir gerçek ortada dururken sen-ben kavgasına giriyor ve olayı adeta bir çıkmaza sokuyoruz.
Oysa tarihteki büyük felaketlere baktığımızda, bu felaketleri yaşayan toplumların ve onun fertlerinin ahlaken çökmüş olduğunu görüyoruz. Fert ve toplumda bozulma başlıyor ve arkasından musibet geliyor.
Bu noktada akla ilk gelen örnek Pompei şehrini yok eden Vezüv yanardağı patlamasıdır. Felaket öncesinde Pompei şehri adeta sefahat ve rezaletin merkezi haline gelmişti. Yaşadıkları sefih hayatta ısrar eden halk en sonunda büyük bir felakete duçar oldu.
Yunus Peygamberin kavminin maruz kaldığı ceza ve arkasından bunun toplumun üzerinden kaldırılması ise önümüzde bir başka örnek olarak duruyor. Allah'ın gazabının üzerlerine gelmekte olduğunu gören halk işte bu noktada kritik bir hareket yaptı.
İnsan yeryüzüne indirildiği andan itibaren birçok dönemde felaketlerle karşı karşıya kalmıştır. Bu felaketlerden her defasında aklı, mantığı, birlik içerisinde kenetlenme ve bilgisi sayesinde kurtulmayı başarmıştır
Yunus Peygamberin kavmi, bugün bizim yaptığımız gibi "Bu felaketler sizin yüzünüzden başımıza geliyor." kavgasına girmeden, birbirlerini suçlamadan, itham etmeden, akıl, mantık, kenetlenme ve bilgi ışığında hareket etti ve devamında da hep birlikte tövbe yolunu seçti.
Yani herkes önce kendini hesaba çekti, akıllı davranarak yapılması gerekeni yaptı ve günahlarından dolayı af diledi. Hatalarının farkına vardıktan sonra bir de tövbe ederek af dileyen toplumun başındaki felaket, Allah tarafından kaldırıldı.
Bugün tam da Yunus Peygamberin halkının durumundayız.
Felaketler toplumumuzun üzerinde kol geziyor. Gökyüzü ve yeryüzü elbirliği içinde Allah'ın kanunlarını icra ediyorlar.
Sosyal medyada rastladığım bir paylaşım tam da zikretmeye çalıştığım durumu izah ediyor: "Uzun süredir karşı karşıya kaldığımız felaketler, dünyadaki herkese açıkça toprak ve gökyüzü ile ilişkini düzelt, tabiatla muamelatını iyileştir, yaratanla muhabbetini pekiştir, hakka hukuka riayet et diyor."
Bir taraftan virüs, diğer taraftan yangın ve sel felaketleri sadece bizim değil dünyanın geleceğini tehdit ediyor. İnsanlık sadece bizim coğrafyamızda değil dünyanın her tarafında virüs, yangın, sel gibi doğal afetlerle boğuşuyor.
Bugün suçlu arama zamanı değildir.
Suçlu belli: Ben, sen, o, biz, siz, onlar! Yani hepimiz.
Bugün "senin yüzünden", "sizin yüzünüzden" deme günü değil "benim yüzümden" "bizim yüzümüzden" deme günüdür. Ancak bu şekilde pişmanlık kapılarını arayabilir, çözüm yollarını bulabiliriz.
Herkes birbirini suçlayacak olursa bir kısır döngüye girer, bir çözüme ulaşamayız.
Rabbimizin "Sana ne iyilik gelirse Allah'tandır. Sana ne kötülük gelirse kendindendir." fermanı gereği evet "suçlu benim."
Yaşadığımız felaketlerin suçlusu benim.
Önce Rabbime, sonra aileme ve topluma karşı yapmam gerekenleri layıkıyla yapamadım!
Şimdi tövbe vakti. Gelin hep birlikte farkında olarak ve olmayarak işlediğimiz suçlardan dolayı her şeyin sahibi olan Allah'tan af ve mağfiret dileyelim...