Bugüne kadar Batı rejimleri, sorunlarını çözmüş, iyi yönetim için gerekli azami konsensüs mekanizmalarını geliştirmiş, rasyonel aklın ürettiği en kamil sistemler olarak algılandı. Bu ‘demokratik rejimler’, dışarıya karşı antidemokratik müdahaleciliklerini de yine demokrasi ve özgürlük gibi sorgulanamayan kavramlarla meşrulaştırabildiler.
Kendi çıkarlarını demokrasi ile meşrulaştırabilmek Batı emperyalizmin ulaştığı en sofistike seviyeyi ifade ediyordu.
“Tarihin sonu”, bu arsız güç zehirlenmesini en iyi anlatan kavramdı. Bizden iyisi yok demenin stratejik tercümesi...
Batılı liberal demokrasi, rasyonel aklın varacağı en kamil seviye olarak işaretlendi böylece. Batı’da icra edilen bu modelin taklidinden başka çare de yoktu haliyle.
ABD’nin temsil ettiği ve İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşmaya başlayan bu yaklaşım, SSCB’nin yıkılmasıyla birlikte zaferini ilan etti.
İki kutuplu dünyanın yerini tek süper gücün aldığı yeni dünya düzeni, zücaciye dükkanına girmiş fil gibi her yeri tarumar ederek hareket eden ABD hegemonyasının adıydı.
ABD artık eskisi gibi demokrasi pazarlamaya da ihtiyaç duymuyordu. Çünkü nüfuz savaşı yaptığı bir karşıt kutup kalmamıştı.
Her şeyi en iyi kendisinin bildiğini zanneden bu kibirli akıl, gün geldi iki kutuplu dünyanın konforunu özleten bir çok kutuplulukla karşı karşıya kaldı. Küresel kapitalizmin artık ‘merkez’ ülkelere değil ‘çevre’ ülkelere ve en çok da Çin’e kazandırmaya başladığı bu en yeni dünya, yeni bir düzen arayışında. Hiçbir sorunun çözülemiyor oluşu da bununla ilgili. Yani büyük savaşın taraflarının yeterince yıpranmış olmamasıyla, bir tarafın yenişecek kadar güçlü performans gösterememesi ve tabii alt ittifakların kazandıramasa da yenilmemeye yetecek kadar güç temerküzüne imkan tanımasıyla alakalı.
6 Ocak Çarşamba günü Trump taraftarlarının kongre binasını basması hadisesini büyük resmin içinde okuyabilmek önemli.
Son yıllarda izlediğimiz ABD, yukarıda özetlemeye çalıştığım o yapıp ettiğinden sual olunmaz ABD değil artık. İmajı yerle bir olmuş bir ABD var artık.
Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte iyice görünür olan bir iç hesaplaşma yaşıyor ülke. İç savaş yıllarını andıran manzaralara şahit oluyoruz.
Trump’ı seçildiğinde günlerce protesto edenler olmuştu Washington ve New York sokaklarında. Onlar unutulmuşa benziyor ama toplumdaki kutuplaşmanın ilk görünürlüğü o protestolardı. Floyd olaylarının giderek bir vandalizme dönüşmesi ve alt-right denilen grupların silahlı şekilde boy göstermeye başlaması, toplumdaki sönmüş zannedilen ateşin aslında çok da kolay közlenebileceğini gösterdi.
Şimdi ise Trump taraftarları olarak bilinen kalabalıklar Biden’ın başkanlığının onaylandığı gün, tüm kongre üyelerinin ve mevcut başkan yardımcısının da bulunduğu sırada ABD tarihinde bir ilke imza atarak kongre binasını bastılar ve dört kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların yaşanmasına yol açtılar.
Nereden bakarsanız bakın ABD için bir utanç günüydü. “Bilgisayar oyunu sandık” dedikleri vahim hadiselerle kıyaslandığında gerçekten “bilgisayar oyunu” zannedilebilecek kurgusal çıkarımlar yapmaya da elverişli üstelik.
Bu olayların hukuki boyutunun nasıl işletileceği, Trumpizmin geleceğine tesiri bakımından elbette önemli. Ancak Trump’ı yargılayarak göndermiş olmak şu gerçeği değiştirmeyecek; ABD artık eski ABD değil ve Trump’ın harekete geçirdiği dalga Trump gidince durulmayacak.
Trump deyip duruyordu ya hani, “Önce Amerika” diye. Bıraktığı miras Biden ekibini de ABD içiyle meşgul olmaya mecbur kılmış durumda.
Trump tüm kaba sabalığıyla, cumhuriyetçileri dahi utandıran ve kendileri için tehdit görmelerine sebep olan tavrı-tarzıyla ABD tarihinde bir ilki başardı. İkinci başkanlık seçiminde oylarını yükselten tek kişi oldu.
ABD seçim sistemine göre seçimi kaybetti, evet.
Ama asıl film şimdi başlıyor gibi.
“Tarihin sonu” filmi çoktan bitmişti.
Hiçbir şey olmasa da bir şeyler mutlaka olacaktı!
Bakalım yeni sezonda neler gösterime girecek.