Türkiye 1930'ların Türkiye'si değil!

Pazar günü Habertürk’te yayınladığı makalesiyle Murat Bardakçı bey yine belgeleri konuşturdu ve Ayasofya meselesine de Gazi’nin din hakkında ki düşüncesine de ışık tuttu.

Daha öncede yazdığım gibi Ayasofya’nın Gazinin bilgisi haricinde müze yapıldığı iddiası gülünçtür. Bardakçı da ‘onun zamanında memlekette ondan habersiz sinek bile uçamazdı, sinek!’ diyerek bu hakikati hatırlatmış.

Fakat Gazi’nin ta 1923 senesinde müze yapma düşüncesi taşıdığını Bardakçı’nın yazısından öğrendik.

Gazi’nin agnostik olduğunu ve meselelere dini hassasiyeti önceleyerek bakmadığını biliyoruz. Bardakçı yayınladığı belgede Gazi’nin, “Benim bir dinim yok, bazen bütün dinlerin denizin dibini boylamasını arzu ediyorum” ifadesine yer vererek gerçeği olduğu gibi nakletmiş.

Dönemindeki küresel sorunları bilen ve dengeleri gözeten, bu bağlamda Sadabad Paktı’ndan Balkan Paktı’na kadar bir dizi tedbirler alan Gazi’nin Ayasofya konusunda, “Ayasofya’yı cami olarak muhafaza etmemiz Katolik Kilisesi’ni hakikaten incittiği takdirde orayı müze hâline getirebilir veya ebediyyen kapatabiliriz” şeklinde düşüncesini doğru bulmamakla birlikte, dini düşüncesini bildiğimiz için yadırgamayız.

Öyle veya böyle Ayasofya o günün yönetimi tarafından idari bir tasarrufla müzeye çevrilmiştir.

Fikir hürriyetinin kısmen tanındığı dönemlerde kanaat önderleri Ayasofya’nın ibadete açılmasını hararetle gündeme getirmişler, çok partili döneme geçildiği günden bu yana da bu konu hem siyasetçilerin hem de muhafazakar/dindar kanaat önderlerinin sürekli gündeminde olmuştur.

Bugün gelinen noktada kerhen de olsa CHP dâhil neredeyse bütün siyasi partiler açılmasını talep etmektedirler. Kamuoyu araştırmaları da toplumun açılmasını desteklediğini -%73- göstermektedir.

Hulasa müze yapıldığı dönemi tartışmak yerine bugün milletin beklentisini görmek daha mantıklıdır.

KILIÇ HAKKI

Önceki yazımda ‘Ayasofya meselesi egemenlik meselesidir’ diye yazdım. Evet, Ayasofya Camii’nin ibadete açılması Türkiye’nin ve İstanbul’un Müslüman Türklerin yurdu olduğunu gösteren bir egemenlik simgedir.

İbadete açılmaması müze olarak kalması bu egemenliği gölgeler.

Ayasofya devletin malı değildir özel mülktür. Fatih Sultan Mehmed Han’ın mülküdür ve cami olarak vakfetmiştir. Vakıflar kanunu gereğince vakıf şartlarına göre yönetilir.

Öte yandan cami olarak kalmasını ‘Kılıç Hakkı’ diye savunmak İslami açıdan zayıf bir argümandır.

Çünkü İslam Hukuku, savaşlarda mabetlere, din adamlarına, kadınlara çocuklara, ihtiyarlara dokunmamayı esas almıştır.

Müslüman Türkler fethettikleri şehirlerdeki sadece en büyük mabedi egemenliğin simgesi olsun diye camie çevirmişlerdir. Buna kılıç hakkı deniyor. Bu dini bir gerekçe olmayıp uluslararası bir gelenektir. Diğer milletler için de -Kurtuba Camii’nin katedrale tahvili gibi- tersi söz konusudur.

Dikkat çekmek istediğim nokta, Ayasofya’nın camie tahvilinin İslami gerekçesi ve meşruiyeti kılıç hakkından ziyade özel mülkiyettir.

Ayasofya, Bizans imparatorunun özel mülküydü. Fetih ile bu mülkiyet Sultan Fatih’e geçmiştir. Fatih de özel mülkünü cami olarak vakfetmiştir. Dolayısıyla Ayasofya’nın cami olması kılıç hakkının ötesinde her zaman için geçerli hukuki bir gerekçe olan özel mülkiyete dayanmaktadır.

Yöneticiler değişse de özel mülkiyete dokunulmaz!

BATININ TEPKİSİ

Birileri ibadete açılması halinde batının tepkisini endişeyle gündeme getiriyorlar.

Oysa bırakın Ayasofya’yı bütün camileri kilise yapsak batı yine memnun olmayacaktır. Batı’nın Türkiye’ye bakışı şaşıdır.

Türkiye’nin özgür iradesiyle atacağı bütün adımlara karşı çıkmıştır.

Kıbrıs, Libya, Suriye, Doğu Akdeniz ve benzer konularda ne tehditler savurdular ama Türkiye kazandı!

Çünkü Türkiye artık 1930’ların Türkiye’si değil!

Kimse azınlıklara hak tanınmıyor da diyemez. Bulgar ve Akdamar Kiliseleri restore edilip açıldı, Süryani Kilisesi’nin temeli atıldı. Midyat’taki Mor Samuel Kilisesi, Mardin Taşköy’de Mor Şaliton ve Mor Dimet kiliseleri bu iktidar döneminde açıldılar.

Ayasofya Camii de bu iktidar döneminde ibadete açılacaktır inşallah!