Ülkemiz yeni bir döneme başlarken; dünyadaki sorumluluklarımız da daha bir artıyor..

Denilebilir ki Başkan Erdoğan'ın yeni Hükûmet'inde, Sağlık ve Kültür-Turizm 'Bakan'larının, -seçim kazanılırsa, yeniden Bakan olarak vazifelendirilecekleri belirtilerek m.vekili seçimine katılmadıkları ihtimalinden hareketle- yeniden Bakan olmaları bekleniyordu, ama Dışişleri'ne getirilen Hakan Fidan ve Maliye'ye getirilen Mehmet Şimşek dışında, hemen bütün 'Bakan'lar tahmin edilemeyen isimler olarak yenilendi. Ama her birisinin de önceki 'Bakan'lardan geri kalmayacak çapta, üstlendikleri vazifelerin ehli oldukları anlaşılıyor. Seçim öncesindeki anket şirketlerinin ve neredeyse tamamı gibi, çeşitli çevrelerin çeşitli hesaplarına göre algı oluşturmak için yayınladıkları onlarca, muhtemel 'yeni Bakanlar Kurulu' listelerini sosyal medya servisine sunan ve 'Bakan- Toto' oynayanların her birisinin de 'karavana' attıkları ortaya çıkmıştır. Anlaşılıyor ki, 'bakan' olanların pek çoğu da, bu vazifelendirmelerden son anda haberdar olmuştur.

'Hayırlı hizmetleri'inde başarılı olmalarını niyazıyla..

Yeni 'Bakan'lardan, Belçika'da doğup büyüyen ve -Türkiye, Merve Kavakçı hanımın Meclis'e- inancının gereği olan örtüyle, başörtüsüyle girmesini kabullenemeyiş kabalık ve zorbalığından dolayı dünyada tartışılırken; Belçika'da genç bir hanım kız, Merve Kavakçı'yı tedaî ettirecek/çağrıştıracak şekilde, İslâmî hassasiyetlerini koruyarak girdiği seçimi kazanıyor ve Brüksel Parlamentosu'nda yer alıyordu.

Bu genç hanım kız, Mâhinûr Özdemir idi.

Mâhinûr Hanım, Tayyib Bey tarafından farkedilip, 2-3 sene önce, Türkiye'nin 'Cezayir Büyükelçisi' olarak vazifelendirilmiş, İslamî kimliği ve duruşuyla Cezayir Müslümanlarının iftihar ettikleri bir 'diplomat' olmuştu. İşbu Mâhinûr Hanım, şimdi de 'Aile ve Sosyal Plânlamalar Bakanı' olarak Başkan Erdoğan'ın yeni Hükûmetinde vazife almış bulunuyor. Üstelik de, kendisi de bir aile mensubu ve anne olan Mâhinûr Hanım'ın vazifelendirilmenin çok isabetli ve onun da uhdesine verilen sorumluluğunun inceliklerine vâkıf olduğu, ilk beyanatında, 'Ailede şiddet denilince sadece kadına karşı şiddetin değil, koca tarafının ve yaşlıların, engellilerin, üvey çocukların da mâruz kaldıkları şiddetin anlaşılması gerektiği'ne dair işaretlerinden de anlaşılabilir.

7 yıldır Süleyman Soylu tarafından deruhde olunan İçişleri Bakanlığı'na, yıllardır İstanbul Valiliği yapmakta olan Ali Yerlikaya'nın getirilmesine ise, hiç tahmin edilmeyen ama tanıdığım kadarıyla, milletimizin aslî değerleri içinde yetişmiş bir yönetici olarak, yeni vazifesinde de, adalet ve merhameti elden bırakmayarak başarılı olması temenni olunur.

Aynı şekilde uzuun yıllardır Dışişleri Bakanlığı sırasında dünyada da dikkat çekici bir diplomat olarak kabul edilen Mevlûd Çavuşoğlu'nun yerine, 13 yıldır MİT Müsteşarlığı vazifesinde bulunan ve geçmişteki hemen bütün diplomatik görüşmelerde de Çavuşoğlu'nun yanı başında yer alan, yani ülkenin iç istihbarat ve terör konuları kadar, dış siyasetinin hemen her konusunda da vukûfiyeti olan Hakan Fidan'ın getirilmesi, ona, yarınlardaki diplomatik temaslarda, istihbaratçı da olmasının etkisiyle son derece ilginç bir satranç oyuncusu gibi bir özellik kazandıracağı beklenmektedir.

M. Savunma Bakanlığı'na gelince.. Bu Bakanlığın hikâyesi daha bir ilginçtir. Şöyle ki:

27 Mayıs 1960 Askerî Darbesi öncesinde Erkân-ı Harbiye-i Umûmiyye Riyaseti / Genelkurmay Başkanlığı, bütün NATO ülkelerinde olduğu gibi M. Müdafaa Vekâleti'ne / M. Savunma Bakanlığı'na bağlı iken; o darbe sonrasında Genelkurmay Başkanı, doğrudan Başbakan'a bağlı hale getirilmişti.

Ama bu durum, NATO ve diğer uluslararası temaslarda problem oluşturuyordu. Çünkü diğer NATO ülkelerinin Genelkurmay Başkanları, Savunma Bakanları'nın emrinde iken, Türkiye'nin Savunma Bakanı, devlet protokolünde Genelkurmay Başkanı'nın mâdûnu, / ast'ı durumunda oluyordu. Bu yüzden de diğer ülkelerin Savunma Bakanları'nın toplantılarında Türkiye Savunma Bakanı'nın, yetkilerini aşan konularda söz söyleyemez durumda olması hasebiyle, mevkidaşlarıyla eşit yetki sahibi olamıyor ve kararlar alınırken, bir 'topal ördek' durumu ortaya çıkıyordu.

Bu durum Türkiye'ye, 'Genelkurmay Başkanlığı'nızı Savunma Bakanı'nıza bağlayınız' tavsiyelerinin yapılmasına yol açıyor, ama bu istekler askerî cenahca 'kulak ardı' ediliyordu.

Tayyib Bey, bu problemi 15 Temmuz 2016 Darbe Hıyaneti'nden sonra düzeltme fırsatını ele geçirdi ve Genel Kurmay Başkanı Org. Hulusi Akar'ı, M. Savunma Bakanlığı'na getirerek, Genelkurmay'ı da Savunma Bakanlığı'na bağladı.

Şimdi de, Hulusi Akar'ın yerine Genelkurmay Başkanı Org. Yaşar Güler Savunma Bakanlığı'na getirilmiş bulunuyor. Genelkurmay Başkanlığı'na da bugünlerde başka bir vazifelendirme yapılacak.. Ve o yeni Gen. Kur Başkanı da Yaşar Güler'e bağlı olacaktır.

Bu açıdan bu uluslararası temaslarda hep diplomatik problem olan konu artık normal yoluna girmiş bulunmaktadır.

Elbette bu arada, Hulusi Akar'ın gün geçtikçe geniş kitleler nazarında da daha bir güvenilen, sevilen bir isim olduğunu iddia etmek bir abartı sayılmamalıdır. Elinde silâh olup da, kendisini tayin eden makamları deviren ve iktidarı ele geçirmeye çalışan maşa-paşaların hikâyeleriyle dolu bir 150 -200 yıllık maceramızdan dolayı, Hulusi Akar Bey'e de, 15 Temmuz Hıyaneti'nden sonraki ilk zamanlarda şüphe ile bakanlar olmuştu; ama sonra bunlar zail oldu ve o, halkımızın geniş kitleleri nezdinde güvenilir bir karakter sahibine dönüştü.. İnşaallah, bu durum, artık bir gelenek haline dönüşür.

Diğer Bakanların hemen her birinin de 'Bakan Yardımcılığı' gibi yetkili makamlarda idarî tecrübelerinin ve kendi sahalarında da seçkin isimler olduğu anlaşılıyor.

Ancak, bir noktaya özellikle de değinmek gerekiyor.

Muhalefet'in Başkan adayı KK Bey, sırf kazanmak için 8-10 kişinin her birisine, -komediye dönüşen bir tarzda- Cumhurbaşkanı Yardımcılığı vaadinde bulunurken; Başkan Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanı Yardımcılığı'na, her vesileyle etnik konuları kaşımak isteyenlerin gözlerine sokmak istercesine, geçmişte Bingöl ve Diyarbekir m.vekili olarak Meclis'te 3-4 dönem vazife görmüş olan ve sessiz-sadâsız çalışması ve ele aldığı konuları dikkatle takib etmesiyle bilinen ve etnik kökenine bakmaksızın Cevdet Yılmaz'ı getirmiş olması, az-biraz İslamî hassasiyeti olanların bile düşünmesi gereken bir durumdur.

Bu hatırlatma sadece 'Bakan'lar değil, yakın çalışma arkadaşları arasında, 'Kim hangi etnisiteye mensubtur' diye düşünmeyi inancına aykırı bulan bir dikkatin sahibi olan Tayyib Bey'in, her konuya aslî inanç değerleri temelinde liyakati esas aldığını belirtmek içindir, görmek isteyenlere. 'Görenedir, görene.. / Köre nedir, köre ne?'

Bu arada, bir kaç önemli nokta daha var..

Tayyib Bey'in 5 yıllık yeni Başkanlık döneminin başlaması münasebetiyle yapılan törenlerden yansıyan ve dünya siyasetinde çok etkili liderlerinden birisi olmanın kendisine yüklediği sorumlulukların da farkında olması açısında, kendisinin müdahalesini bekleyen birçok uluslararası meselelere öncelikli olarak eğilmesi durumu, kendisini hissettirmektedir. Filistin, Kosova, Sûdan, Ermenistan vs. gibi..

Hele de, geçen hafta, 'Azerbaycan'ın toprak bütünlüğünü kabul ettikleri'ni, böyle bir anlaşmayı imzalamaya hazır olduğunu açıklayan Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan'ın da bu törenlere katılması ve öyle gözüküyor ki, Paşinyan sadece Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde olduğu kadar, -Ermenistan dışındaki Ermenilerin emperyalist diploma merkezlerindeki tahrik edici çaba ve planlarına bakmadan-, Ermeni halkının geleceğinde de, önemli bir tarihî rol oynamaya ve Selçuklu ve Osmanlı döneminde 1060'lardan 1860'lara kadar olduğu gibi, ermeni halkını bu topraklardaki Müslüman toplumlar nezdindeki özel itibarlı yerine yeniden kavuşturmaya karar vermiş gibi..

Bu konulara gelecek da gelecek yazıda değinelim, inşaallah..