‘Uyur' idik, uyardı; kendi dünyasının doğrusunu söyledi, (Fikri Durmuş Sağlar)

Evet, tam adı-soyadı Fikri Durmuş Sağlar’ olan eski -hem de- Kültür Bakanı ve CHP m.vekili olan politikacı kişi, evvelki gün, yine CHP’nin mâlî desteğiyle yayınını sürdürdüğü ileri sürülen bir tv. kanalında, eski kemalist-laiklik hecmelerinin depreşmesiyle, evvelki akşam, öyle laflar etmiş ki, kabuk bağladığı zannedilen bir sosyal yarayı yeniden kanattı ve üzerine de tuz ekti.

Fikri Durmuş Sağlar, ‘Türban, irticaî faaliyetlerin, şeriat isteyenlerin üniformasıdır; başörtüsü yüzyıllar boyunca Anadolu’da bir geleneksel bir giysidir arada fark var. Kendimden söylemek istiyorum. Ben yargılandığım zaman, türbanlı bir hâkimin karşısına gittiğimde, benimle ilgili haklarımı koruyacağı ve adaleti yerine getirebileceği konusunda kuşkum var’ demiş..

Bu söz, aynı zamanda, başı açık yargıç hanımların, örtülü hanımlara ve dış görünüşüyle İslâmî kurallara riayet etmek kaygusu taşıdığı tahmin edilen herkese, kemalist devrimcilik hecmesiyle, adâlet adına zulmetme hakkının olduğu kanaatinin de bir itirafıdır.

***

Bu zorbalık mantığı, basit bir sosyo-politik veya hukukî tartışma değil, bir çatışma arzusu ve savaş ilânı çığırtkanlığıdır.

Fikri Durmuş efendi oradaysa; biz de buradayız ve dün olduğu gibi bugün de yine varız.

Ama, ona kızmıyor, suçlamıyorum da.. Çünkü safını açıkça ortaya koyuyor. Kendi dünyasının, kendi değerler sisteminin gereğince düşünüyor ve kemalist jakobenliğin, tepeden inmeci ve dayatmacı, dârağaçlarından medet umarak ‘toplum mühendisliği’ne soyunanların saltanat günlerine beslediği hasreti beyan etmiş..

***

Ama, onun konuşması yine de faydalı oldu, ‘uyur idik’ uyardı.

Nitekim, üniversitelerde okuyan genç kızlarımızdan bazıları zaman zaman, ‘Âbi, galiba bu örtü meselesi fazla büyütülmüş.. Biz kendi aramızda örtülü-örtüsüz’ diye bir ayrım yapmıyoruz ve hiçbir problem yaşamadan arkadaşça derslere giriyor- çıkıyoruz ve dışarıda da arkadaşlığımız sürüyor’ gibi sözler ediyorlar.

Evet, ‘28 Şubat 1997 Askerî Darbe Zorbalığı’ günlerinde henüz dünyaya gelmemiş olan bu genç kızlar nesli, bu meselenin kolayca halledildiğini sanıyorlar.

***

Halbuki ne büyük acılar yaşandı, ne gözyaşları döküldü. Bunlardan haberleri yok, bu neslin..

Danıştay ve Anayasa Mahkemesi’nin, ‘Üniversitelerde başörtüsü ile okumak isteğinin Cumhuriyet’e karşı eylemli bir kalkışma olarak değerlendirildiği’ yönünde kararlar açıkladıkları hatırlanmıyor. Üniversite kapılarında örtüleriyle içeriye girmek isteyen, ama güvenlik güçlerinin coplarına, tekmelerine mâruz kalan kızları için kahrolan ana-babaların yaşadığı trajedi bir masal gibi geliyor, yeni nesillere..

Hele Merve Kavakçı hanımın, Fazilet Partisi’nden m.vekili seçilip inancına göre bir tesettürle Meclis’e girişinde, Ecevit’in, ‘Bu kadına haddini bildirin, burası devlete meydan okuma yeri değildir..’ diye yaptığı konuşma ve devamında, Merve Hanım’a kemalist-laik m. vekilleri taifesinin ‘yuhh’lar çekmesi ve bu durumun, m.vekilliği ibtal edilen Merve hanıma ve hattâ ilkokula giden çocuklarına karşı bile aylarca sürdürülen ve ekranlardan bütün topluma yansıtılan sosyal çılgınlık, evet, çok uzakta değil, sadece 22 sene önce cereyan etmişti.

***

Kurduğu siyasî partilerin ilk 4’ü kapatılan merhûm Erbakan’ın partilerinden Fazilet’ de sırf, Başörtüsü yasağı’na karşı çıkan eylemleri desteklediği için, ‘gerici faaliyetlerin odağı haline geldiği’ gerekçesiyle kapatılmıştı.

Binlerce genç kızlarımızı üniversite rektörlerinin emriyle, üniversite içinde kurulan ‘iknâ odalar’ında korkutularak, sindirilerek, psikolojik baskı uygulayarak ya da, ‘Kızım, anne-baban seni yokluklar içinde okutuyor ki, okulu bitirince onlara yardımcı olacağını umuyorlar.. Haydi, başını aç, biz de yardımcı olalım, ailene hizmet et..’ laflarıyla iknâ etmeye çalıştıkları faşist yöntem nasıl unutulabilir? Ki, nice kızlar, bu psikolojik baskılara dayanamayıp açıldılar, ama, yaralı şahsiyetleriyle katıldılar topluma.. Bu iknâ işini İstanbul’da icra edenlerden birisi, İstanbul Üni. Rektör Yardımcısı olan bir hanım (Prof. Nur Serter) idi ve daha sonra, CHP’den m.vekili de seçildi ve ‘yaptıklarından asla pişman olmadığını’ söyledi.

O dönemin İstanbul Üni. Rektörü olan K. Alemdâroğlu da,, yıllar sonra, ‘Yaptırdığınız o baskılardan pişmanlık duyuyor musunuz?’ sorusuna, ‘Asla pişman değilim.. Aynı durum olsa yine öyle davranırım..’ diye daha bir efelenecekti.

***

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Fikri Durmuş Sağlar’ın sözlerine, ‘Hangi çağın neresindeyiz biz yahu? Kişi, başörtüsü takar veya takmaz, bu onun tercihidir. Böyle bir ayrımcılığı asla kabul etmiyorum ve doğru bulmuyorum” demiş dün..

İnanalım mı?

Şahsen inanmak isterim, ama, Ziyâ Paşa, ‘Pek rengine aldanma, felek eski felektir’ demiyor muydu?.

Ve Kılıçdaroğlu değil miydi, son mahallî seçimler sırasında, (mâlûm) ‘ilkelerden tâviz verildiği’ şeklindeki parti içi eleştirilere, ‘O ilkelerden, bir milim bile geri adım atılmamıştır!’ diyen..

Bir de şu konuya dikkat edilmeli.. Sadece 28 Şubat 1997 Askerî Darbe Zorbalığı tekmelenerek, konu ve dikkatler çarpıtılmak isteniyor..

Halbuki, 28 Şubat Zorbalığı’nın ’ın temeli de, son 100 yıllık (mâlûm) ilkeler, devrimler değil midir?

***