Yeni doğan çetesi gibi diyaliz çetesi de olabilir!

"Yeni doğan çetesi". Kötülüğün tarifini yapsan bu kadarı aklına gelmez. İnsanları, gözlerinin nuru bebekleriyle ilgili hayati risk söz konusuyken avlıyorlar. İnsanın evladı için yapamayacağı şey yok. Evladın hastayken doktorlar gözünde yücelir; yeter ki evladına çare olsunlar. Deseler ki evini barkını satacaksın, çocuğunun kurtulması için ikiletmezsin.

Ahlaksızca kurulun bir kumpas var, 112 acil servis elemanları, hemşireler ve doktorların üyesi olduğu bu çetede hastalar belli hastanelere yönlendiriliyorlar. Acil koduyla yapılan girişlerde tüm işlemler için devletten ödeme alınıyor. Bir taraftan çocukların ölümüne sebebiyet veriyorlar öte taraftan devleti soyuyorlar.

Belli ki olayın kamuoyuna yansımazdan evvel epey uzun süren bir soruşturma ve savcılık boyutu söz konusu olmuş. Ama gündeme gelişi daha yeni. Gündeme gelme sebebi ayrıca vahim. Çete çökertilmiş, tutuklamalar yapılmış, ama avukat üzerinden ilgili savcı tehdit ediliyor. Nasıl bir aymazlıktır bu, nasıl buna cesaret edilebiliyor? Demek ki diyor insan, hukukun karşısında eğilebildiği başka güçler var.

Bu arada söz konusu çeteye dair süreç 27 Mart 2023'te CİMER'e gelen bir ihbarla başlıyor. O dönem İstanbul İl Sağlık Müdürü olan Sağlık Bakanı Kemal Memişoğlu hemen harekete geçiyor, kısa süre sonra İçişleri Bakanlığı ile birlikte gizlilikle titiz bir inceleme başlatılıyor. Bugün itibariyle 22'si tutuklu 47 sanık yargılanıyor. Olaylarda adı geçen 11 hastanenin kapısına kilit vuruldu. Davada, ilgili kişilerin mesleğe dönmelerinin de mümkün olamayacağı şekilde en ağır cezaları almaları bekleniyor. Lakin çok daha ağırı oldu, öyle büyük bir güven kaybı yaşandı ki, bunu telafi etmek nasıl mümkün olacak bilmiyorum.

Acaba bundan ibaret mi, bugüne kadar kaç çocuk kaybettik. Hatta kaç yaşlı insanımız, adına sağlıkçı denilen bu simsarların elinde can verdi. "Nasılsa yaşlı" özensizliğiyle kimler hasta girdiği hastaneden cenazeyle çıktı.

Konu gerçekten vahim; şimdi anlatacaklarım ihbar olarak da kabul edilebilir. Benzer bir soruşturma diyaliz merkezleri üzerinde de yapılmalı. Yakın ailemde diyaliz hikayesi fazlaca. Rahmetli dedem 90'lı yılların başına kadar diyalize bağlı yaşadı. Türkiye'deki ilk canlı donörden böbrek nakli ameliyatını Mehmet Haberal dedeme yapmıştı. O vakitler böbrek hastalığı için zengin hastalığı denirdi. Bir hastanın diyalize bağlanması çok zor verilen bir karardı. Çünkü devlet karşılamıyordu ve çok büyük paralar ödemeniz gerekiyordu. Dedemin hastalığı, aynı zamanda varını yoğunu satmak zorunda kaldığı bir zorlu süreçti.

O günlerden bu günlere sağlık alanında gerçekten devrim yaşandı. Sağlık hizmetine erişim inanılmaz kolaylaştı, hastane kapasiteleri, özel hastanelerden devlet güvencesinde hizmet alma imkanı vs. sayesinde Türkiye gelişmiş ülkelerin dahi ilerisinde bir sağlık sistemine kavuşturdu. Ancak bu sırada ne oldu? Devletin sağladığı imkanlar üzerinden hastayı istismar eden ve devleti soyan bir zihniyet peyda oldu.

Şimdi bir başka diyaliz hikayesi anlatacağım; ne demek istediğimin daha iyi anlaşılacağını umuyorum. Özel diyaliz merkezleri, SGK sistemine entegre olduktan sonra birdenbire sayıları artmaya başladı. O yıllardı; henüz 30'lu yaşlarında olan teyzemin diyalize bağlanmasına karar verildi. Doktorun verdiği kararı sorgulayacak halimiz yoktu. Birdenbire teyzem haftada üç gün tüm kanı vücuttan çeken ve yeniden vücuda yükleyen diyaliz makinesine bağlı bir hayat sürmeye başladı. Bir kere o makineye girdiniz mi artık dönüşü yok. Diyalize bağlı ömür ortalama 15-20 yıl. Diyaliz hastası demek aynı zamanda 15-20 yıl boyunca bu sistemin müşterisi demek.

Teyzemin genç yaşta diyalize bağlı hale gelmesi ailenin diğer fertlerinde bir uyanıklığa yol açtı. Akabinde bir başka teyzeme de diyaliz kararı verildi. Lakin o bunu reddetti, başka başka doktorlara gitti ve son tahlilde bol bol su içerek diyaliz makinesine bağlanmaktan kendini kurtardı. Dahası var; aynı dönemlerde, adeta diyaliz merkezine müşteri toplarcasına bir başka yakınımıza da doktorlar diyaliz kararı verdi. Ailede "makineye gireceğime ölürüm" bilinci oluştuğundan o da diyalizi reddetti. Ne mi oldu? Aynı şey, haftada üç gün makineye gireceğine, yanında 1,5 litrelik pet şişe su taşıyarak hayata tutundu.

Geçtiğimiz yıl, annem için de diyaliz riskinden bahsetti doktorlar. Allah etmesin dedik, günlük su tüketimini hemen 3'e çıkardık.

Demem o ki yenidoğan çetesinin başka versiyonları da olabilir.

Diyaliz merkezleri bu çeteleşmenin çok kolay yapılabileceği yerler.