27 Nisan, vesayetin sert kayaya çarptığı tarih!

Türk demokrasisinin üzerine düşen kara bir lekenin üzerinden 14 sene geçti.

27 Nisan 2007 tarihinde milletin moral değerlerinden kopuk subayların kontrolündeki Genel Kurmay milletin değerlerine sahip çıkan hükümete e-muhtıra verdi!

Laiklik maskesinin arkasına saklanıp milli iradeyi tehdit etmişti. Tıpkı 104 amiralin bildirisi gibi tıpkı CHP grup başkanvekilinin yaptığı gibi.

İslam'ı toplumdan uzaklaştırmak için kullanılan laiklik, vesayet çevrelerinin elinde millete karşı kullanılan bir silahtı tek parti döneminden beri.

AK Parti hükümet olmuştu ama vesayet çevreleri muktedir olmasını istemiyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça vesayet odağı olarak kullanılan cumhurbaşkanlığı makamına milletin değerlerine sahip bir cumhurbaşkanı seçilsin de istemiyorlardı.

Medyada yazılan çizilenlerin ötesinde cumhuriyet adını verdikleri mitinglerle hükümet uyarılıyordu. Emekli generaller(!) bu mitinglerde bayrak sallıyor ve cumhurbaşkanının AK Parti'nin etkin olduğu meclis tarafından seçilmesine engel olmak için kamuoyu oluşturuyorlar daha doğrusu orduyu harekete geçirmek istiyorlardı.

Başını Atatürkçü Düşünce Derneği'nin çektiği Cumhuriyet mitinglerinde 'Laik değilsen layık değilsin, Çankaya'da imam istemiyoruz, Çankaya yolları şeriata kapalı' sloganları yeri göğü inletiyordu.

Vesayet sisteminin siyasi ayağı olan CHP de boş durmuyordu. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, 'Erdoğan cumhurbaşkanı olmamalı. Silahlı Kuvvetler'in buna kayıtsız kalmayacağını düşünüyorum.' diyerek orduyu açıktan tahrik ediyordu.

Ocak 2007'de ki beyanatında Baykal, Erdoğan, 'Başkomutan olamaz. TSK ile uyumsuz birinin başkomutanlık yetkisini de kuşanan cumhurbaşkanlığına oturması engellenmelidir.' demişti.

Peşinden Genel Kurmay Başkanı 12 Mart 2007 de yaptığı basın toplantısında topa girdi ve, 'Biz hem cumhurbaşkanımızın hem de aynı zamanda başkomutanımızın Silahlı Kuvvetler ve Türk milletinin sahip olduğu cumhuriyetin temel değerlerine, anayasamızda ifadesini bulan laik, demokratik ve sosyal hukuk devleti idealine, devletin üniter yapısına bağlı ama sözde değil özde, bunu davranışlarına yansıtacak şekilde bir cumhurbaşkanının oraya seçileceğine olan inancımı belirtmek istiyorum.'

Görev süresi dolan Ahmet Necdet Sezer de benzer bir açıklamada, 'Türkiye'yi çağdışı rejime sürüklemek isteyenlerin demokrasiden söz etmelerinin bir oyun olduğu görülmelidir. Türkiye'de siyasal rejim, cumhuriyet kurulduğundan beri, hiçbir dönemde günümüzde olduğu kadar tehlikeyle karşı karşıya kalmamıştır.' diyerek AK Partili bir cumhurbaşkanının tehlikeli olduğunu ilan ediyordu.

Vesayet sistemi AK Partili birinin cumhurbaşkanı seçilmesini istemiyordu. Buna rağmen AK Parti Nisan ayında Abdullah Gül beyi aday göstermiş ve seçimin ilk turu yapılmıştı.

Cumhurbaşkanının mecliste seçilmesini engellemek için ortaya atılan 367 garabetine CHP sarılmış ilk oylamayı bu gerekçe ile anayasa mahkemesine götürmüş vesayet sisteminin bir diğer ayağı olan Anayasa Mahkemesi de bu garabeti onaylamıştı.

27 Nisan sabahı uyandığımızda vesayet çevrelerinin beklentisi gerçekleşmiş ve Genel Kurmay hükümete çok açık ve net bir muhtıra vermiştir.

Gerekçe yine laiklikti yine milletin dini hassasiyetleriydi.

'Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir.' diyerek başlayan muhtıra çocukların Kur'an okumaları ve ilahi söylemeleri, Kutlu Doğum haftasında milli eğitimin faaliyetlerinden duyulan rahatsızlık dile getiriliyordu.

Tıpkı 104 amiralin namazda sarık saran bir subayı gündeme getirdiği gibi.

Ordunun geçmişte verdiği benzer muhtıralar muhatapları tarafından kabul edilmiş ve millî irade vesayete mağlup olmuştu.

Ama bu kez geçmişten gerekli dersleri çıkartan AK Parti yönetimi geri adım atmadı. Ertesi gün bu muhtıraya cevap vererek tarihe geçti.

Muhtıra sahiplerine iade edildi ve hem erken seçim kararı alındı hem de cumhurbaşkanının doğrudan halkın seçmesini sağlayacak anayasa değişikliğini gerçekleştirdi.

Böylece Türk demokrasi tarihine kara bir leke olarak geçen 27 Nisan muhtırası etkisiz hale getirildi.

Meclis yenilenince anayasa değişikliği henüz yürürlüğe girmediği için cumhurbaşkanı yine mecliste seçilecekti. 367 garabeti yine bir engel olarak orada duruyordu. CHP yine meclise girmeyerek oylamayı geçersiz kılma kararı almıştı ki devreye MHP Lideri Devlet Bahçeli girdi ve oylamada meclise girerek CHP'nin oyununu bozdu ve cumhurbaşkanı seçilmiş oldu.

Ama vesayet odakları AK Parti'nin muktedir olmasını istemiyorlardı. Bu kez 2008'de iktidar partisi aleyhine laiklik karşıtı odak olduğu gerekçesiyle kapatma davası açıldı.

Maalesef her seferinde laiklik istismar edilerek dindarlara karşı bir silah olarak kullanıldı. Onun için ben laikliğin ya böyle istismarı engelleyecek şekilde anayasada tarif edilmesini ya da çağdaş ülkelerde olduğu gibi anayasadan çıkarılması gerektiğini düşünüyorum.

Zira, 104 amiralin bildirisinden CHP'lilerin ve kimi çevrelerin açıklamalarından aynı istismarın devam ettiği/edeceği görülmektedir.

Hülasa AK Parti bugünlere vesayet odaklarıyla çarpışa çarpışa geldi.

Başkanlık sistemiyle vesayet odakları tamamen etkisiz hale getirildi ve milli iradenin tam yetkili olması sağlandı.

Ancak, cumhurbaşkanı seçimi ve başörtüsü yasağını kaldıran anayasa değişikliğinde olduğu gibi önemli meselelerde milli duruş sergileyen MHP ve lideri Bahçelinin hakkını teslim lazımdır.

15 Temmuz kalkışmasından sonra oluşan Cumhur İttifakı tam bağımsız güçlü Türkiye hedefine kilitlenerek dâhili vesayet odaklarına ve harici düşmanlarına karşı güçlü bir cephe oluşturmuştur.

CHP yönetiminin ise hala eski vesayet günlerinin özlemiyle yanıp tutuştuğu görülmektedir.

Üzücü olan ise 27 Nisan muhtırası üzerine Başkan Erdoğan'a gidip bu mücadelede yanında olmak için siyasete girmeye karar verenlerin, makamlarını yitirdikten sonra bugün Başkan Erdoğan'ın en hırçın hasmı haline gelmeleridir.