Yarýn, yani 26 Aðustos, Milâdî takvimin 1071'inin 950'nci yýldönümü... 50 yýl sonra yaþayacak olanlar, Malazgirt Zaferi'nin 1000'inci yýldönümünü de idrak edeceklerdir, inþallah...
Bu tarih, son 100 yýlýn henüz saðlýklý olarak tartýþýlamayan resmî tarih iddialarý gibi basit bir tarihî yýldönümü deðil...
Malazgirt-1071, evet Müslüman atalarýmýzýn, Bizans Ýmparatorluðu'nu hem de kendi hâkimiyet alanlarý içinde olan Malazgirt'te kesin bir yenilgiye uðrattýklarý bir zaman ve mekân noktasýdýr... Yoksa, o tarihten önce de Bizans Ýmparatorluðu'yla anlaþmalý olarak veya onun zaafýndan istifade ederek taa Ýznik ve hatta Üsküdar'a kadar bile gelen ve Anadolu'nun yaylalarýnda at koþturan, Ahlat, Niksar ve Ýznik'te küçük de olsa, kendilerine bir yaþama alaný açan 'Müslüman beylikleri' vardý...
(Nitekim, Ahlat'ta, 940 yýllarýnda çevre halklarýnýn Seyfuddevle'ye biat ettikleri ve Alparslan'dan önce Çaðrý Bey'in de Ahlat'ta konakladýðý, (tam ismi, Muhammed Hüseyin Alparslan bin Davud Çaðrý Bey olan) Alparslan Gazi'nin de 1063'de bu þehre hâkim olduðu bilinmektedir.
Niksar da 1068'de Müslüman beylerin elindeydi.
Ýznik'te ise.. Sultan Alparslan ve muzaffer ordusu Malazgirt'ten Horasan diyarýna dönerken- Selçuklu hanedanýna mensup olmakla birlikte Sultan Alparslan'la husumeti olan Kutalmýþoðlu Süleyman Þah, Bizans tahtýný ele geçirmek isteyen Nikephoros Botaneiates'u destekleyip, onun 'III. Nikephoros' adýyla tahta çýkmasýný saðlarken, kendisi de Ýznik ve civarýna yerleþmiþti.
*
Ama Malazgirt, Selçuklu Sultan Alparslan Gazi'nin, Bizans Ýmparatoru Romanos Diogenes'i kesin bir yenilgiye uðratýp üstünlük saðlayarak, -yani, bir takým diplomatik muamelelerle deðil, kýlýçlarýnýn hakkýyla ve ordular arasý- bir büyük meydan savaþýnda hasmýný ezerek bir zaferin elde edildiði mekândýr.
Anlaþýldýðýna göre, Alparslan, Malazgirt'te Bizans Ýmparatoru ile karþýlaþmadan önce, (bir bâtýni hareket olan Ýsmailiyye veya 7 Ýmam mezhebi olarak bilinen) Fatýmilerin hâkimiyeti altýnda olan Mýsýr üzerine yürümüþtü. Ancak, Alparslan, Bizans Ýmparatoru'nun Selçuklu baþkenti Rey ve Ýsfahan'a doðru ilerlemekte olduðu haberini alýnca, geri dönmüþ ve onunla Malazgirt'te karþýlaþmýþtý.
*
Alparslan'ýn, savaþtan önce Bizans Ýmparatoru'na bir elçi gönderdiði ve barýþ þartlarýný bildirdiði; ancak, maðrur Ýmparator'un, elçiye, 'Ýsfahan mý iyidir, Hemedan mý?' diye sorduðunu; elçinin de , 'Hemedan'da kýþ çok soðuktur, Ýsfahan'ýn iyidir..' cevabý üzerine; 'Biz de Isfahan'da kýþlarýz, bineklerimiz ise, Hemedan'da.. Ve, barýþ Reyy þehrinde yapýlacaktýr..' dediði; elçinin de, 'Binekleriniz Hemedan'da kýþlayacak, ancak sizi bilemem..' diyerek görüþmeyi sona erdirdiði yazýlýr tarihlerde.. Bu hikâyeyi anlatan Meyyâfârýkîyn'li (Silvan'lý) 'Ýbn-ul'Ezrak', Malazgirt savaþýnda, Ahlat ve Malazgirt'te yaþayan yerli halklarýn (çoðu Kürt kavminden olan Müslüman halklarýn) Alparslan'ýn yanýnda savaþa girdiklerini ve zafer sonundaki ganimet daðýtýmýndan büyük paylar alarak, geçmiþte görmedikleri zenginliklere sahip olduklarýný da yazar.
*
Ama Malazgirt, sadece bir askerî savaþ ve zafer olarak görülürse, anlaþýlamaz. O savaþ, dünyaya, insanlýða Ýslâmî bir dünya kurmak çabasý içindi.
Nitekim 'Ahbâr-ud'Devlet-is'Selcuqiyye'de anlatýlan bir sahne Malazgirt'i özetler mahiyettedir:
'Cuma namazý ve okunan Kur'an'lar ve dualara, Bizans ordusunun çan sesleri karýþýyordu. Bizans Ýmparatoru altýn bir Haç'ýn altýnda, bir altýn taht üzerinde oturuyordu... (...) Sultan ise, secdeye kapanmýþ, 'Yâ Rab... Sana tevekkül ettim... Sözlerim gerçek duygularýmý ifade etmiyorsa, beni ve askerlerimi helâk eyle.. Eðer içim dýþýma uygun ise, güçlüklerimizi kolaylaþtýr..' diye yakarýyordu.
*
Ve 100 bin kadar gücü olan Alparslan, 300 binden fazla bir düþman ordusuna karþý galebe çalýyor ve Bizans Ýmparatoru'nu esir alýyor ve onu, Ýstanbul'a doðru yola çýkarýyor (...) ve amma, o, yolda kendi tebaasý tarafýndan Ýstanbul'a varmadan öldürülüyordu.
*
Ýþte o ruh ile o zaferle yükseldik, sonra iç zaaflar ve hele de Moðol Ýstilasý'yla yere kapaklanýp tarihten silindik... Derken, milâdî 1300'lerde o yangýn yerinden bir kývýlcýmla tarih sahnesine Osmanlý olarak yeniden çýktýk...
Bizi yükselten ruhu ve nasýl düþtüðümüzü iyi anlamak zorundayýz.. Bu, 950 sonra da lâzýmdýr/ elzemdir.
*
NOT: Fakir'in tarih okumalarýnýn bir hulâsasý mahiyetinde, Selçuklular'ýn tarih sahnesine çýktýðý milâdî- 1030'lardan itibaren Maveraünnehir kýyýlarýndan baþlayan ve Þamanizm'den Ýslâm'a geçerek harikalar meydana getirilen, nice ihtiþam ve inkisar sahnelerinden derlemelerin toplandýðý ve 'SELÇUKOÐULLARI- - Göçebe çadýrýndan Cihan Devletine...' isimli, ve yaklaþýk 270 yýllýk bir dönemden kesitler sunulmaya çalýþýlan, Moðol Ýstilâsý ve iç karýþýklýklarla tarih sahnesinden silindiðimiz milâdî-1299'a kadar olan bir zaman diliminin ibret alýnmasý için anlatýlmak istendiði bir çalýþmasý, geçen ay, 'Ýnkýlap Basým-Yayým' müessesesince ve 'Okçular Vakfý'tarafýndan yayýnlanmýþ bulunuyor.
Selçuklular denilince, sadece Orta Asya bozkýrlarýnda Maveraünnehir kýyýlarýnda , Horasan illerinde tarih sahnesine göçebe olarak çýkýp, büyük Selçuklu Ýmparatorluðu'nun kuruluþu göz önünde bulundurulmamalýdýr. Çünkü o dönem, Ýran, Anadolu ve Bilâd-ý Þam'da asýrlarca muazzam bir Müslüman medeniyeti kurmamýzýn da tarihidir ve Müslümanlar olarak, hepimizin geçmiþteki hikâyesidir; ihtiþamýyla, acýlarýyla, kahredici iç zaaflarýyla...