Amerikan emperyalizmi, 11 Eylül 2001'de kendi ülkesi içindeki güvenlik zaafından meydana gelen ve 3 binden fazla insanın ölümüyle sonuçlanan korkunç saldırıların sorumlusu olarak o zaman, Afganistan'da bulunan Usâme Bin Laden ve teşkilatını, El'Qaide'yi suçlayıp, dünyanın en fakir ülkelerinden olan Afganistan'ı var gücüyle ve aylarca, bombardıman ederek, sivil halktan 100 bini aşkın Müslümanı kan ve ateş içinde katletmiş ve o sırada Amerika'da başkan olan G. W. Bush, zafer naraları atmıştı; 'Virâneleri, daha da virân eyledik, yıktık; ölüleri bir daha öldürdük.. ' dercesine..
Aradan bunca zaman geçti, 11 Eylûl 2001 Saldırıları'nın 20'nci yılına yaklaşıyoruz.
Sovyet Rusya'nın 13-14 yıl süren kanlı işgalinin yenilgiyle sonuçlanması ve hattâ Sovyetler Birliği'nin çökmesinden sonra, yığınla 'mücahit' teşkilatlarının birbiriyle boğazlaşmasından da faydalanan Tâlibân, 1995 sonlarında Afganistan'a hâkim oluvermişti.
11 Eylûl 2001 saldırılarını, iç zaafa bağlamaktansa, komünizmin yenilgiye uğratılmasından sonra yeni bir 'dış tehlike' ve 'Soğuk Savaş'ın icat edilmesi için bir fırsata dönüştürmek taktiğini uygulayan ve emperyal dünyada bir anda estirilen 'Islamofobia/ İslâm korkusu' fırtınası ve heyulâsıyla harekete geçen Amerikan emperyalizmi, Usâme'yle irtibatını bahane ederek Tâlibân rejimini çökertmişti. Ama, Amerika, 20 yıl boyunca Afganistan'a hâkim olamadı ve artık oradan çekiliyor. Ne var ki, oradan çekilirken, kendisiyle 'işbirliği' yapan 50 bin Afgan vatandaşını da beraberinde götürmeye karar vermiş bulunuyor..
Bu, sadece emperyalistlerin kendilerine hizmet edenleri korumak kaygısundan değil, ihtiyaç halinde onları ileride, kendilerine yine hizmet ettirmek planlarından ileri gelmektedir.
Hatırlayalım ki, 1991'de, Amerika- Irak arasında cereyan eden 'Körfez Savaşı'ndan sonra Kuzey Irak'ta Saddam'a karşı ayaklandırmaya çalıştıkları Kürt grupları bekledikleri gibi başarılı olamayınca, USA emperyalizmi, kendileriyle işbirliği yapan unsurlardan 10-12 bin kişiyi de oradan alıp Büyük Okyanus'taki Guam Adası'na götürmüş, orada onları daha yeni ve ileri işbirlikleri için, özel eğitimlerden geçirmişlerdi. Bugün Kuzey Irak ve Suriye'de Amerikalı generallerin emirlerini uygulayanlar, işte o özel eğitimliler taifesinde yetiştirilen 'işbirlikçilerdir.
Şimdi, Amerika aynı taktik hesapla, Afganistan'dan çekilirken, 50 bin 'işbirlikçi'yi de, Afganistan'ın geleceğinde onlara yeni roller vermek üzere Afganistan'dan çıkarıyor.
Ancaaak..
Burada yeni bir emperyal dayatma daha söz konusu.. Şöyle ki, Amerika'ya götürülecek olan bu 'işbirlikçi-uşak afganlılar', direkt Amerika'ya gitmeden önce filanca üçüncü ülkelere gidecekler ve Amerika tarafından oralardan daha sonra alınacaklarmış.
Bu ülkelerden birisinin de Türkiye olduğu açıklanıvermez mi, Amerikan Hükûmeti tarafından..
Ve Türkiye devleti de durumdan bu açıklamayla muttali' oldu!!..
Şu küstahlığa bakar mısınız! Türkiye sanki kendi ülkesi veya deposu.. Türkiye'den görüş istemek zahmetine bile katlanmayıp, bir emr-i vâkî', bir oldu-bitti ile, 'Ben karar verince olur..' havasında.. Ama, TC Dışişleri Bakanlığı bu küstah ve zorbaca açıklamaya, ânında ve kesin bir kararlılıkla karşılık verdi ve diplomaside yeri olmayan böyle bir davranış ve açıklamanın Türkiye açısından geçerliliğinin asla olmadığını resmen ifade edildi.
Erdoğan hükûmetinin bu kararlı açıklamasının, emperyalizme karşı olduklarından daha fazla Türkiye'de Erdoğan'a ve millet iradesine karşı olan çevrelerden hiçbir sesin çıkmaması ilginç değil mi? Halbuki, öyle bir kesin kararlı tavrı yandaş oldukları bir hükûmet gösterseydi, o çevrelerin emperyalizme karşı yükselen söylemleri, bütün kamuoyunu arkasından sürüklerdi.
*
Bir diğer konu, İran..
Dün, İbrahîm Reisî, İran'ın yeni ve 8. Cumhurbaşkanı olarak, yapılan törenlerle vazifesine başladı.
Reisî, 'İnkılab Rehberi' ve 'Veli'yy-i Faqih' unvanıyla İran'da en üst otoriteyi temsil eden Seyyid Ali Khameneî tarafından iki sene kadar önce yargı organının başına getirilmişti. 14 Haziran 2021'de yapılan ve düşük katılımlı ve de, güçlü şahsiyetlerin adaylığı reddedildikten ve hemen her biri halk tarafından tanınmayan diğer 6 adayla girdiği seçimde, son anda 3 adayın da Reisî lehine adaylıktan çekildiklerini açıklamalarından sonra, Reisi'nin seçildiği açıklanmıştı. Ancak, bunun bir 'intihab' /(seçim) değil, önceden belirlenmiş bir 'intisab' /(tâyin) olduğu ortada iken, bir seçim yapılmış gibi gösterilmesinin İran kamuoyunda sessizce , ama yaygın şekilde tartışıldığı da, gizli bir husus değil..
Bu vesileyle, hatırdan çıkarılmamalı ki, İran'da C. Başkanlığı sembolik bir makamdır ve başbakan konumundadır.
Hele de; Dış Siyaset ve İstihbarat ve Ordu, Polis gücü ve inkılap Muhafızları Ordusu ve Anayasa Mahkemesi gücünde olan Şûrâ'y-ı Nigehbân / Gözetleme Şûrâsı, Yargı, Radyo- TV, büyük gazetelerin Genel Yayın Müdürleri gibi temel kurumların ve Üniversitelerin yöneticileri, doğrudan Rehber tarafından tayin olunurlar. Meclis'e seçilecek m.vekilleri ve C. Başkanlığı seçimlerindeki adayları belirlemek de, Şûrâ'y-ı Nigehbân'ın elindedir ve Meclis de Rehber'in 'Dokunulmasın' dediği konularda kanunî düzenleme yapamaz.
*
İlginç olan şu ki, 8 yıldır C. Başkanı olan Hasan Ruhanî, vazifesinin son demlerinde, 'bazı gerçekleri halka açıklamadık..' itirafında bulundu. Bu, 'mâlûmu ilâm' /bilinenin bir daha ilâm ve ilânı oluyordu.
Yani, Cumhurbaşkanı değişmekle, İran'ın temel siyasetinin değişmesi normal şartlarda mümkün değildir.
*