Beyrut Fransız konsolosluğunda bir gün...

Devletin bütünlüğünü tehdit eden çalışmaların içyüzünü ortaya koyacak kanıt ve evrakın toplanması görevini Teşkiat-ı Mahsusa Reisi Eşref Bey ele almıştı. Kısa bir araştırmadan sonra Fransızların tahrikler için kullandıkları merkezin Beyrut, İngilizlerin ise Bağdat olduğu anlaşılmıştı. Almanlar Kudüs'te, İtalyanlar Bingazi'de, Amerikalılarsa her yerde kolları sıvamıştı. Ruslar'sa Mısır'ı mesken tutmuştu.

Eşref Bay, yanına İstiklal Marşı yazarı Mehmet Akif ve Şeyh Salih Şerif El-Tunusi'yi alarak Beyrut'a geldi. İlk iş olarak Fransız Başkonsolosluğuyla ilişkide olanları saptanmaya başladı.

Kapitülasyonların da verdiği özgürlük içinde rahatça çalışan ajanlar, Osmanlı makamlarının vurdumduymazlığından da yararlanarak, birbirleriyle mücadele ediyorlardı. Daha çok Hıristiyan olan, siyaset dışında ticaretle uğraşan Lübnan'lı zenginler, kendilerine her türlü özgürlüğü tanımış olan Osmanlı yönetiminin devamını istiyorlardı.

Bunlardan Hassan El-Abed yazıhanesinde öldürüldü. Katil Fransız Başkonsolosluğuna sığındı. Beyrut Mutasarrıfı Ali Münif Bey, Kuşçubaşı Eşref Bey'in ısrarları üzerine ve de herkesin hayretle karışık dehşetle açılmış gözleri önünde Başkonsolosluğu bastı; katili yakaladı. Olayın siyasi niteliği ortaya çıkmıştı. Gerçeklerin ortaya dökülmesinden çekinen Fransa, sadece kuru bir protestoyla yetindi.

Bu arada Teşkilat-ı Mahsusa, yerel zabıta memurları kılığında konsolosluğa girmiş, ne kadar belge varsa hepsini toplamıştı. Fransız Büyükelçisi M. Bombard Şam'a gidince, Teşkilat-ı Mahsusa bir kez daha konsolosluğa girdi, bu kez gizli dosyaların tümünü götürdü.

Bu arada İstanbul'da önemli olaylar yaşanıyordu. Hüseyin Hilmi Paşa istifa etmiş, İttihadçılar Roma Büyükelçisi İbrahim Hakkı Paşa'yı Sadrazamlığa getirmişti. Böylece İttihadçılar Milliyetçilik Siyasetine dört elle sarılıyordu. Yani koskoca imparatorluk sınırları içinde Türkçülük akımı öne çıkıyor, diğer bütün sorunlar bir köşeye itiliyordu.

Bu arada Fransa, Suriyelilerin önderliğinde bir Arap Zirvesi düzenlemişti. Böylece Paris hem Londra, Berlin, Moskova ve Washington'a karşı kuvvet gösterisi sergiliyor hem de Beyrut ve Şam olaylarına cevap veriyordu!

Teşkilat-ı Mahsusa hemen harekete geçti. Davetliler bütün Arap Yarımadasının önde gelenleriydi. Bunların çoğu daha sonra Osmanlı Savaş Divanlarında hesap vermiştir. Kurtulanlar ülkelerini terk edenlerdi. Bunlar, Osmanlı Devleti çöktükten sonra, yerel Arap devletciklerinde iktidara gelen kişilerdi. Osmanlıyı yıkmak için geceli gündüzlü uğraşmış, sonra da İngiliz'in, Fransız'ın, Alman'ın ya da Rus'un maşası olmuş, uyduruk devlet bozuntularının başına geçmiş böylece de ihanetlerinin meyvelerini devşirmişlerdi...