ABD Başkanları’nın yayınladıkları Ulusal Güvenlik Strateji Belgeleri Başkanlarının soyadıyla bir doktrin olarak adlandırılıyor; Truman Doktrini, Bush Doktrini gibi…
Bu doktrinlerin kimisi ete kemiğe bürünemeyip lafta kalıyor, kimisi başarısız olup unutulup gidiyor, kimisi sebep olduğu sonuçlarla anılmaya devam ediyor.
Trump Doktrini ‘tek taraflılık, hukuk tanımazlık, keyfilik’ gibi anahtar kelimelerle özetlenebilecek bir muhtevaya sahipti. Bir yanda çıkarları, güvenliği, korkuları, arzularıyla ABD vardı; diğer yanda dünyanın geri kalanı.
Trump Doktrinine göre kadim dostluklar, stratejik ittifaklar, geleneksel ilişkiler bir anlam taşımıyordu; ülkeler ya yandaş, işbirlikçi, uydu olacaklardı ya da düşman…
Ona göre Uluslararası kurum ve kuruluşlar ABD’yi sömüren asalak yapılardı.
Obama Doktrini ise daha küreselci, daha liberal, daha ittifakçı bir anlayışı savunuyordu. Sonuçları parlak olmadığı için tarihi önem kazanamayan Obama doktrini Trump’ın paradigmasından oldukça farklıydı.
Şimdi Obama’nın yardımcısı olan ve Obama dönemi ekipleriyle yeni yönetim kadrosunu şekillendiren Biden’ın nasıl bir paradigma ortaya koyacağını, nasıl bir doktrin hazırlayacağını göreceğiz.
Obama yönetimi ABD’yi arkada tutarak müttefiklerle veya taşeronlarla iş görmeyi savunuyordu. O kadar ‘arka plan yönetimi’ sergiliyordu ki, varlığıyla yokluğu belli değildi! Ne verdiği sözleri tutabiliyordu, ne yapacağını söylediği şeyleri yapıyordu…
Obama döneminin belirgin özelliği olan ‘dirayetsizlik’ acaba yardımcısının başkanlığı döneminde de bir siyasi yönetim tarzı olarak devam edecek mi?
Aldığı kararları uygulayamayan, verdiği sözleri tutamayan, etkisiz ve silik tavırlarıyla rakiplerine büyük alanlar açan, yola çıkardığı yoldaşlarını yarı yolda bırakan bu siyaset tarzı acaba Biden’a da sirayet edecek mi?
Obama Suriye’ye gireceğini söylerken, Trump Suriye’den çıkacağını söylerken sözlerinin gereklerini tam anlamıyla yerine getirememiştir. Derin devletin frenlemesi ve paralel yönetimlerin vesayeti iki lideri de silikleştirmiştir.
Doktrinlerde birkaç hususta ne gibi ayrımlara gidildiği, ne gibi vurguların öne çıktığı önem taşır.
Mesela odak bölge ayrımı önemlidir. Irak-Afganistan, İran-Suriye, Rusya-Çin, İsrail-Filistin farklı dönemlerde öne çıkan odak bölgelerdir.
Yumuşak güç-sert güç ayrımı önemlidir. Obama yumuşak gücü, Trump sert gücü öne çıkarmıştı.
Küreselleşme-yerelleşme ayrımı belirleyicidir. Obama küreselleşmeyi, Trump yerelleşmeyi savunmuştu.
Ana düşman ve tehdit ayrımı önemlidir. Bazen İran ve Kuzey Kore, bazen Çin ve Rusya ana hedef olarak görülmüştür.
Temel sorun ayrımı yönetimin yoğunlaşacağı alanı gösterir. Çevre ve iklim değişikliği, küresel salgın, işsizlik, ekonomik işbirliği mecraları bu dönemde öncelikli olacaktır.
Trump Doktrini “Yeniden Büyük Amerika” sloganını öne çıkarmıştı, Biden’ınki ise “Yeniden Birleşik Amerika” mottosu üzerine kurulacak gibi duruyor. Çünkü imaj düzeltici gibi gelen Biden imajlara dayanan bir yönetim sergileyecek gibi gözüküyor.
Biden’ı göreve hazırlayanların ilk adımı Trump’ı ve destekçilerini şeytanlaştırarak bir ‘iç düşman’ üretmek oldu. Dış tehdit ve dış düşmanlar yerine iç tehdit ve iç düşmanlara odaklanan bir yönetim her ne kadar demokrasi havarisi gibi gelse de ‘korkular’ üzerinden bir yönetim sergileyecektir.
Kutuplaşmayı giderip toplumu yeniden birleştirme söylemi içerideki ‘teröristleri’ ve ‘aşırılıkları’ ortadan kaldırma anlayışına dayanacak.
Biden döneminde üslubun farklı olacağı ise muhakkak. Görgüsüz olmak yerine daha nazik, doğrudan olmak yerine daha dolaylı, kaba olmak yerine daha rafine, patavatsızlık düzeyinde açık sözlü olmak yerine daha içten pazarlıklı bir üslup muhtemeldir.