Hafta içinde Habertürk televizyon kanalı Ana Muhalefet Lideri Kemal Kılıçdaroğlu'nu misafir etti. Ancak Kılıçdaroğlu'dan ziyade TBMM Başkanı ve Ulaştırma Bakanının programa telefonla bağlanmaları konuşuldu tartışıldı.
Doğrusu ben de şaşırdım. Alışılmadık bir uygulamaydı. Bir genel başkanın misafir olduğu programa başkasının bağlanıp cevap vermesi ilk kez yaşanıyordu. Daha önce olduysa da ben hatırlamıyorum.
Moderatöre de hayli tepki gelmiş ki verilen aradan sonra bir açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Başkan ve bakanın bağlanma isteklerini Kılıçdaroğlu'na sorduğunu onun da izni ve rızasıyla bağlanıldığını söyledi. Kılıçdaroğlu da onu tasdik ederek 'Saray da bağlansın!' diyerek meydan okudu!
Hakikaten ilginçti!
Ancak bağlanmak isteyenlerin biri TBMM Başkanı diğeri bir bakan olunca bağlanmaması da ayıp olurdu.
Nitekim Kılıçdaroğlu da aynı kanaate sahip olmalıydı ki bağlanmalarına rıza göstermiş.
Bence hem bağlanmak isteyenlerin cevap hakkı kullanmaları hem de Kılıçdaroğlu'nun buna rıza göstermesi takdir edilecek davranışlardır.
Kılıçdaroğlu bağlantıya izin vermeyebilirdi, bu onun en tabii hakkıydı. İzin vermeseydi bu sefer korktu kaçtı gibi ithamlara muhatap olacaktı. Bence o da doğru olanı yaptı.
Bence özgün bir program oldu!
Tabii TBMM Başkanı ve bakanın cevapları üzerine Kılıçdaroğlu'nun yüzünün düşmesi sevenlerini üzmüş olacak ki bu yönteme karşı çıktılar ve eleştirdiler. Sosyal medyada da hayli tartışıldı.
Olayın şekli boyutuna böyle bakıyorum.
Muhtevasına gelince. Kılıçdaroğlu'nun TBMM Başkanı'nın kendisine sahip çıkmamasını eleştirmesi tartışılır.
Kılıçdaroğlu'nun TÜİK ve MEB önündeki eylemi masum bir bilgi edinme talebinin ötesinde partisinin propagandasına yönelik bir şovdu. Sırf milletvekili olduğu için engellenmiş olsaydı TBMM Başkanı buna sessiz kalmayabilirdi. Ancak bir parti lideri olarak yapılan şovun parçası olması da doğru olmazdı, olmadı da.
O sebepten de TBMM Başkanı bence haklı olarak mevzuatın kendisine böyle bir görev vermediğini açıklama ihtiyacı hissetti.
Ne var ki Kılıçdaroğlu TBMM başkanına gerçek bir başkan olmadığı imasında bulunarak başkanın meşruiyetini sorgulamak gibi son derece yakışıksız bir söz etti. Hoş, cevabını da aldı ama yakışmadı!
Öte yandan Ulaştırma Bakanı'nın kendisi hakkındaki iddialara cevap vermesi konunun yargıda olduğunu ve bir iddiadan ibaret olduğunu açıklaması da genel başkanı biraz gerdi.
(Kılıçdaroğlu'nun İBB'nin önceki dönemde AK Parti genel merkezi ve İstanbul il başkanlığına araç tahsis ettiği iddiasını programdan sonra dönemin yetkililerine sordum, Kesinlikle partiye araç tahsisinin söz konusu olmadığını ve konunun iki yıldır yargıda olduğunu söylediler.)
Hem TBMM Başkanı'nın hem bakanın programa katılmaları Kılıçdaroğlu'nun söylemlerini gölgelemiş olmalı ki -öyle de oldu- sevenleri tepki gösterdiler.
Kılıçdaroğlu'nun ana muhalefet lideri olarak muhalefet yapması en tabii hakkıdır. İktidar da iddialarına cevap verecektir.
Ancak Kılıçdaroğlu'nun bana göre yanlışı başta cumhurbaşkanlığı olmak üzere devlet kurumlarının meşruiyetini sorguluyor olmasıdır. Eksik ve yanlış bilgiyle donatılması da ayrı bir konu!
Bu güne kadar Başkan Erdoğan'a bir kez olsun cumhurbaşkanı demedi. Kullandığı ifadelerin tamamı hem aşağılayıcı hem de meşruiyetini sorgulayan ifadeler oldu.
Aynı şekilde Merkez Bankası'nı, Türk Hava Kurumu'nu, TÜİK'i, Diyanet İşleri Başkanlığını, İçişleri Bakanlığını son olarak da Milli Eğitim Bakanlığını itibarsızlaştırma hedefli söylemler geliştirdi.
Sadece kendisi değil partisinin sözcüleri de aynı dili kullanıyor.
Bu dil muhalefet dili değil nefret dili maalesef.
Özetle, Kılıçdaroğlu'nun kendisine bilgi ve akıl verenleri gözden geçirmesi lazım. Sürekli mahcup oluyor, sürekli mahkemeler tazminata hükmediyor!
Kılavuz önemli, çok önemli!
Son 12 yılın kılavuzları CHP'yi zaten sınırlı olan millilik vasfından iyice uzaklaştırdılar!
Sonuç ortada.