Diyalog değil müzakere hızlandırılmalı…

Avrupa Birliği ile diyalog kapısının açılmaya başladığı konuşuluyor ve bu durum bir memnuniyet oluşturuyor.

Oysa Türkiye, katılım müzakerelerinin sürdürüldüğü bir ülke. Yani Avrupa Birliği çevreleri, müzakereleri hızlandırmak yerine diyalog vurgusu yaparak durumu toparlayamazlar.

Onlarca yılın sonunda ilişkinin ‘diyalog’ ile tanımlanması AB’nin ne kadar kurumsal hüviyetten ve örgütsel ciddiyetten uzak olduğunu gösterir.

AB’nin uzak kıtalardaki ülkelerle türlü işbirlikleri ve yakınlaşmalar içine girerken Türkiye ile diyalog düzeyinde ilerleme sağlaması kabul edilemez.

Türkiye’nin üyelik perspektifinden hoşnut olmayan çevrelerin ambargo, yaptırım, rest gibi seçenekler beklemeleri açısından bakıldığında köprülerin atılmaması ve yeni köprüler kurulmaya çalışılması elbette ‘sevindirici’ bir durum olarak algılanabilir.

Özellikle Fransa’nın başını çektiği kimi ülkelerin Türkiye’ye sopa gösterilmesini savunduğu bir ortamda Almanya’nın başını çektiği bazı ülkelerin ‘diyalog’ ve ‘diplomasi’yi öne çıkarmaları iyi bir gelişmedir. Nitekim son AB liderler zirvesinde bu yaklaşım galip gelmiş ve sorunların diyalogla aşılması görüşü öne çıkmıştır.

Ancak Türkiye tehdit ve baskılara göz yumacak bir ülke olmadığı gibi, sözde kalacak yumuşama ve jestlerle mutluluğa gark olacak bir ülkede değildir. Mesele Türkiye’ye yapılacak yeni haksızlıkların devre dışı kalması değil, Türkiye’nin hak ettiklerinin verilmesidir.

Avrupa Birliği-Türkiye ilişkilerinde bir normalleşme yaşanması olumlu bir gelişmedir. Bunun gerçek bir gelişme olması AB’nin verdiği sözleri tutmasına ve Türkiye’yi eşit bir ortak olarak bünyesine katmasına bağlıdır.

Asıl olan, güncel sorunların aşılması için diyalog kanallarını işletmek değil, katılım için müzakere kanallarını işletmektir.

Avrupa Birliği bölgesel konularda pasif kalan etkisiz bir örgüt görünümünde…

Giderek bölgesel bir güç haline gelen Türkiye’nin AB’nin siyasi gücünü artıracağı muhakkaktır.

Türkiye’nin gücünü ve etkisini kırarak üye yapılmadan AB ekseninde tutulması gibi bir politika AB’nin kendi kendini kandırması olur.

Avrupa ülkelerinin maruz kaldıkları sıkıntılar, tehdit ve tehlike algılarına göre Türkiye ile araçsal ilişki geliştirmeye çalışmaları, dönemsel yakınlaşmalarla tek taraflı faydalar sağlamaya çalışmaları da netice verecek bir politika değildir.

Göçmen akını olduğunda Türkiye’yi hatırlayan, “Yabancı Terörist Savaşçılar” sıkıntısı ortaya çıktığında Türkiye’den medet uman bir anlayış menfaatçi bir anlayıştır ve sağlıklı bir bakış açısını yansıtmaz.

Güncel bölgesel sorunlar Türkiye dışarıda tutularak değil üye yapılarak kalıcı bir çözüme kavuşturulabilir.

AB’nin sıkıntı yaşadığı göçmen sorunu Türkiye’nin üyeliği ile kalıcı bir hal yoluna ulaşabilir.

Avrupa Birliği’nin baş etmekte zorlandığı yabancı düşmanlığı, İslamafobi, aşırıcılık gibi sorunlar ancak Türkiye’nin işbirliği ve katkısıyla rahatlatılabilir.

Türkiye’nin üyeliği AB’nin sadece bölgesel sorunları, harici risk ve tehditleri açısından değil, iç meseleleri ve sıkıntıları açısından da büyük fayda sağlayacaktır.

Bu yüzden Türkiye bir ‘sorun’ olarak değil, bir ‘çözüm ortağı’ olarak görülmelidir.

AB içindeki diyalogcu kanat, sorunlu gördükleri bir ülkeyle diplomasi yolunu benimseyerek sempatik görünmeye çalışmaktadır. Doğru bakış açısı, bu ülkelerin gerçek sorunları görüp Türkiye’nin sağlayacağı çözüm katkısını alabilmek için eşit ortaklık temelinde diyalog yolunu seçmeleri ve müzakereleri hızlandırmalarıdır.