Geçtiðimiz hafta New York'ta gerçekleþtirilen eþcinseller yürüyüþünün sloganlarýndandý bu: 'Buradayýz, bir yere gitmiyoruz ve çocuklarýnýzýn peþindeyiz!' Ýlk bakýþta ironik gibi gözükse de – çünkü eþcinseller baþkalarýnýn çocuklarýna muhtaçtýr- tüyler ürpertici bir ýrkçýlýk var bu söylemin altýnda... Çocuklarýmýzý da bu totaliter çaðrýlarýnýn kölesi yapmak istiyorlar...
Ýlk baþlarda 'herkesin yaþam tarzý kendine' gibi özgürlükçü bir kýlýfla ve savunmacý bir tonda ortaya atýlan 'cinsel yönelim' özgürlüðü, artýk makas deðiþtirmiþ durumda... Çocuklarýnýza gözümüzü diktik, hedefimizde onlar var, diyecek kadar baskýcý ve meydan okuyucu bir kulvara geçtiler.
Dünyaca ünlü aktristler; evlat edindikleri çocuklarý, kýz çocuðu iken erkek, erkek çocuðu iken kýz gibi giydirip, insancýllýk ve dikkat toplama yarýþýna giriyorlar ve 'trans-çocuk' modasýnýn ne kadar politik ve iþe yarar bir durum olduðunu da gözler önüne seriyorlar. Bu iyi yürekli, sarýþýn, beyaz tenli ve renkli gözlü seçkin film yýldýzlarý; hepsi de ya aðýr iþgal ve savaþ altýnda ya da aðýr açlýk ve afet yaþanan ülkelerden özenle seçilerek alýnan esmer, Afrikalý, yerli, siyah derili çocuklarý evlat ediniyorlar. Bu durum onlara insancýllýk madalyasýný takýyor tüm dünyanýn gözünde... Derken bakýyorsunuz, o evlat edinilen çocuk, onu evlat edinen ünlünün elinde bir oyuncaða dönüþmüþ...
Nitekim Oscar ödüllü (benim yüzünde her zaman soðukkanlý bir katil tipi gördüðüm) Charlize Theron da Jackson adlý oðlunun, kýz elbiseleri içindeki fotoðrafýný paylaþarak, ''oðlunun kýz gibi hissettiðini' söylüyor... Bunun üzerine dünya çapýnda barýþ ve ýrkçýlýk karþýtý kimliðe kavuþturulan yýldýz, sinema kimliðinin yanýna bir de gayet avantajlý, sosyal -politik bir kimlik ekliyor...
Þöyle bir kanon var: Sanat, kültür, akademi, medya dünyasýnda yer almak isteyenler, parlamak, yükselmek isteyenlerin yolu bir þekilde, eþcinsel dayatma politikalarýna destek vermekle baðdaþtýrýlýyor. Ama mesela, 'çocuklarýmýza niçin eþcinselliði dayatýyorsunuz?' diye bir soru sorduðunuzda, derhal homofobik olmakla suçlanýyorsunuz... Ardýndan darbeler geliyor, pek çok önemli iþlerinize son veriliyor, terfi alamýyorsunuz, dersleriniz sonlandýrýlýyor, akademik kurullardan, gruplardan, jürilerden çýkartýlýyorsunuz... Eþcinsel dayatmacýlýðý eleþtirdiðinizde sosyal afaroza uðruyorsunuz...
Ýstanbul Sözleþmesi'ni tartýþtýðýmýz günler geliyor aklýma... Sözleþmeyi eleþtirdiðim ve madde madde çekincelerimi dile getirdiðim için epey eleþtiri almýþtým.
Oysa istanbul Sözleþmesi'ni sanki kutsal kitapmýþ gibi savunmanýn bir anlamý yoktu. Sözleþmeyi tenkid ettiðimiz için bizi kýyasýya eleþtirenler, 14.md. hakkýnda ne düþünüyorlardý mesela? O maddeye göre, resmi eðitim ve resmi eðitim dýþýnda kalan tüm eðitimler, spor, boþ zaman, kültürel etkinlikler; 'kalýplaþmýþ toplumsal cinsiyet rol modelleriyle mücadele edecek' biçimde yeniden yapýlandýrýlacaktý...
Ýþte bugün tüm dünyanýn trans-çocuk konusunda yaþadýðý tartýþma, 'kalýplaþmamýþ cinsiyet modelleri' oluþturmak hatta bu konuda Ýstanbul Sözleþmesi'nin temennide bulunduðu gibi 'mücadele etmek' temelinden yükselen bir tartýþmadýr.
'Akýþkan kimlik', 'geçiþken kiþilik', 'cinsel yönelim', 'kalýplaþmamýþ cinsiyet modeli' kavramlarýný, ''kadýna yönelik þiddete son'' ambalajýnda tüketime sunduklarý için ve aramýzdan pek çoðu bu janjanlý ambalaja gönülden baðlandýðý için, içeriðini anlamadan- bakmadan- dinlemeden ama sözleþmeyi eleþtirenleri de hep suçlayarak, hatta alay ederek üstenciliklerini politik kimlik olarak sundular.
Serinkanlý bir konuþma zeminini yitirdik...
Öte yandan yitirsek ne, yitirmesek ne!
Zaten býçak kemiðe dayanmýþ, þerli gürültüleri içinde yollara çýkmýþ bu sapkýnlar, 'çocuklarýnýz için geliyoruz'' diye baðýrýyorlar...