Geçmiþten kalma zulüm mirasý reddedilmeden; yenilenmeye, sahi inanýlacak mý?

'Din', genel tarifle, bir kiþi veya bir toplumun veya ferdi ve sosyal hayatýný yaþamakta, kesin inançla baðlý olduðu düþünce, duygu ve kurallar manzûmesidir. Bu tarifle, dinsizlik de bir dindir.

Ve, Ýslam, inançta zorlama ve dayatma yapýlamayacaðýný ve inanç özgürlüðünün 'La ikrahe fi'd-dîn /Dinde zorlama yoktur' hükmüyle öðretmiþtir, insanlýða..

Laiklik ise, kendisini 'kimsenin inancýna karýþmamak' þeklinde bir maskeyle kamufle ederek tanýtýyorsa da, hele de Müslüman halkýmýz, uygulama totaliter, müdahaleci laiklik uygulamalarýnýn en çarpýcý ve zâlimâne örneklerini görmüþtür. Ancak, dâraðaçlarý ve her türlü zulümlerle sindirilen halkýmýzýn direniþleri, o katý müdahaleleri biraz geriletti, denilebilir.

O kadar ki, o zorbalýklarý bir takým 'ilke ve devrimler' adýna 100 yýla yakýn zamandýr uygulayan, benimseyen siyasî yapýnýn þimdiki lideri bile, o geçmiþlerine bir 'redd-i mirâs' yapmaksýzýn, Müslüman halkýmýz karþýsýnda, 'Bize niçin oy vermediðinizi biliyoruz.. Çünkü, sizin inançlarýnýza, nasýl yaþayacaðýnýza dair müdahalelerde bulunduk..' mânâsýna gelen sözleri tekrarlayýp, ýslah olduklarýný anlatmaya çalýþýyor, 'halk kitleleri belki yer..' zannýyla.. Müslüman halk kitlelerinin, hayata sadece ekonomik durum açýsýndan baktýðý sanýlýyor.

Sahi, Müslüman halkýmýz öyle mi yapacak ve birilerinin ve arkasýnda sürüklediklerinin sahte tebessümleriyle, Müslümanlara bir sevgi pýtýrcýðý gibi yaklaþmalarýna inanacak mýdýr?

*

Ýstanbul Hukuk Fakültesi'ndeki hocalarýmýz, en müdahaleci laiklik destekçisi olmakta birbirleriyle yarýþýyorlardý. Bunlardan müteveffâ T. Z. Tunaya, 'Laiklerin, Ýslamcýlarý buldozer gibi ezip geçtiðini', kendisini de, o ezip geçen taifenin bir ferdi olarak göstermek istercesine, gururla, tumturaklý bir þekilde ifade ederdi. (Onun Ýslamcý dediði kesim, inançlarýna göre bir dünya kurmak ideali taþýyan Müslümanlardý..)

Yine, anayasa hukukçularýndan müteveffâ B. Tanör de, Müslüman kitlelere, yeri geldiðinde ne gibi 'gözdaðý' verildiðini ve 'oldubitti' yöntemlerine baþvurulduðunu anlatýrdý kitaplarýnda..

Meselâ, Ankara'daki ilk Meclis'in nasýl dize getirildiðini..

'...Bu behemehal olacaktýr.. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafýk (uygun) olur. Aksi takdirde, hakikat, usûlü dairesinde yine ifade olunacaktýr. Fakat, ihtimal, bazý kafalar kesilecektir.. (Nutuk,II, s.186)'

Tanör þöyle devam eder: 'Konuþmanýn, daha doðrusu son cümlenin, iþ bitirici olduðu anlaþýlmaktadýr. Ankara mebuslarýndan Hoca Mustafa Efendi'nin, 'Affederseniz, biz meseleyi baþka noktai nazardan mütalâa ediyorduk; izahatýnýzdan tenevvür ettik (aydýnlandýk)' demesinden bunu anlýyoruz. (...) Muhalefet karþý oy vermekten korkmuþtu. Genel Kurul'daki oylamada da oldubitti tarzý bir örnek yaþandýðý söylenebilir. Ýsim okunarak oylama önerisine karþý Mustafa Kemal buna gerek olmadýðýný söyledi, tasarýnýn oy birliðiyle kabul edileceðini 'zannederim..' dedi. Metin, açýk oylama ile ve oy birliðiyle kabul görürken, bir üyenin 'Ben muhalifim..' dediði duyulduysa da (Ziya Hurþit) , 'Söz yok!' diyerek susturuldu. (Nutuk II, 186)'

B. Tanör, 'Türk laikliðinin, 'kapsayýcý köktenci, çatýþmacý, uluslaþtýrýcý' gibi bazý özgün anlamlarý üzerinde durduktan sonra, laikliðin ana unsuru olan din ve devlet ayrýlýðý açýsýndan Türk laikliðinin özellikleri' için de þöyle devam eder:

'Laiklik, Hristiyan Batý pratiðinden doðmuþtu. Devletin bir din ve mezhebe dayanmamasý anlamýnaydý ve din-kilise ayrýlýðýný hukuken ya da fiilen kurmuþtu. Ýslam'da ise, din görevlerini yüklenen kilise benzeri, devletten ayrý bir kurum yoktu. Türkiye'deki laiklik, dinin resmî bir kurum olmaktan çýkarýlmasýndan öteye bir anlam yüklendi. Devletin âdeta bir uzvu vücudundan koparýlmýþtý. Türk laikliði bu yüzden köklü bir operasyon ve önemli bir baþarýydý.. (Þ. Mardin, Türkiye'de Din ve Siyaset, s. 38)'

Tanör devam eder: 'Türk laikliðinin bir özelliði de, din-devlet ayrýlýðýný iki taraflý karýþmazlýk olarak algýlamamasýdýr. Burada din ve devlet iki ayrý özerk alan deðildir. Din, devlet iþlerine karýþamaz ama, Devlet din iþlerine karýþabilir, bunlarý düzenleyebilir ve denetleyebilir.

Diyanet Ýþleri Baþkanlýðý, baþbakanlýða baðlý sýradan bir kamu kuruluþudur. Medreseler elinden alýndýðý gibi, vakýflar bir Genel Müdürlüðe baðlandýðýndan DÝB'in malî gücü de yoktur. (..) Âdeta devletin din iþlerine bakar. (...) Dinsel özgürlükler alanýndaki bazý uygulamalar ise hem özgürlük kavramýný, hem laiklik mantýðýný zorlar nitelikteydi: (Din eðitiminde 15 yýl kadar süren boþluk (devletin bizzat eðitim vermemesi, örgütlü olarak verilmesine de pek izin vermemesi), ezan dilinin deðiþtirilmesi, hac ziyaretlerine döviz ayrýlmamasý, bazý cami ve mescidlerin hizmet dýþý býrakýlmasý, türbelerin kapatýlmasý, dinsel yayýnlarýn kýsýtlanmasý vb.) (B. Tanör, Kuruluþ, 1920 Sonralarý, s, 120-121)

Evet, bu aktarýlanlar, bizim son 100 yýllýk acý, dehþetli hikâyemizdir. Bu programlarý uygulayan ve onlara milimine kadar baðlý kaldýklarýný gönüllü olarak söyleyenler, þimdi, 'Biz yenileþtik, artýk o eski yapý deðiliz' dediler diye, Müslüman halk, o geçmiþ reddedilmeden bu laflara inanacak mý, sahi?

*

Birkaç NOT: 1-Bir Filistinli genç kardeþimiz, Filistin'in iþgalcisi sionist Ýsrail rejimi güvenlik gücü mensubuyla, -kelimenin tam mânâsýyla- 'boðuþuyor' Ve sionist Yahudi rejiminin elemaný, 1 metre bile uzakta olmadan, tabancýsýný çekip Filistinli gencin kafasýna 2-3 mermi sýkýp, katlediyor.

Bu canavarca barbarlýk karþýsýnda, sadece TC Dýþiþleri Bakanlýðý'nýn 'kýnama' yayýnlamasý, 'baþtan savma' bir tavýr olarak deðerlendirilmekten kurtulamayacaktýr. Bu gibi alçakça cinayetlerin, sionist Ýsrail rejimine ve hattâ, suçlu-suçsuz demeden bütün Yahudiler aleyhine, bir 'antisemitizm' dalgasý olarak geri dönmekten baþka bir sonuç vermeyeceðinin hatýrlatýlmasý gerekiyor.

2- Ýstanbul'da yaþayan Doðu Türkistanlý kardeþlerimizden bir grup, Çin rejiminin Doðu Türkistan'da son haftalarda daha bir artan baský ve zulümlerine karþý itiraz etmek haklarýný kullanýp, Ýstanbul- Sarýyer'deki Çin Konsolosluðu önünde toplanarak Çin devletini protesto etmiþlerdi. O haberin videosunu evvelki gün ben de izledim ve utandým. Çünkü, Sarýyer Ýlçe Emniyet Müdürü olan kiþi, ceberrut bir yönetici havasýndaydý ve protestoculara, 'Daðýlýn, yoksa, sizi Çin'e göndeririz..' tehditler ve polislere de, 'Harekete hazýr olun!' gibi emirler yaðdýrýyordu. O kiþi, Çin'in diplomatik mekânýný korumak için tedbirler alsaydý anlaþýlabilirdi. Ama, o, âdetâ bir Çin Emniyet Âmiri havasýndaydý.

Bu kiþi, vazifeden alýnmýþ ve böylece haddini aþan yetki kullanma tavýrlarýna gereken karþýlýk verilmiþ. O kararý alanlara teþekkürler.. Ama, bu gibi tiplerin sadece o memuriyetten deðil, her türlü kamu hizmetinden de atýlmasý gerekir.

3- Dünkü yazýmda, Hz. Peygamber (S)'in, Mekke müþrikleriyle imzaladýðý Hudeybiye sulh andlaþmasýna deðinirken, 'Hz. Osman'ýn Mekke'de Müþriklerce öldürüldüðü þayiasý' üzerine, 1400 kiþilik bir güç ile müþrikler üzerine doðru sefere çýktýðýna deðinmiþtim, özetle; ve de, yanlýþlýkla, 'þayia' yerine 'haber' kelimesini yazarak..

Bazý okuyucular, o seferin, o þayiadan da önce, Kâbe'yi ziyaret etmek isteyen müminlere engel olunmasý ve baskýlar uygulanmasý üzerine hazýrlandýðýný da hatýrlattýlar.

Evet, üzerine kitablar yazýlmýþ o konuyu teferruatý ile anlatmak bu sütunun hacmini aþardý.. Esasen, maksad da, o müzakerelerdeki karþýlýklý mantýkî tutarlýlýða, taraflarýn nasýl dikkat ettiklerini iþaretlemekti.

Hatýrlatmayý yapan arkadaþlara teþekkürlerle..