Merhûm Necîb Fâzıl'ın 60 yıl öncelerde ilk yayınlandığında bizim neslimizi derinden sarsmış olan 'Çile' şiirinden birkaç kıt'ayı okuyalım önce.
*
'Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam,
Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
Ve uçtu tepemden birdenbire dam;
Gök devrildi, künde üstüne künde...
*
Pencereye koştum: Kızıl kıyamet!
(...)
Ok çekti yukardan, üstüme avcı.
*
Âteşten zehrini tattım bu ok'un.
Bir anda kül etti can elmasımı.
Sanki burnum, değdi burnuna yok'un,
Kustum öz ağzımdan, kafatasımı.
*
Bir bardak su gibi çalkandı dünya;
Söndü istikamet, yıkıldı boşluk.
Al sana hakikat, al sana rüyâ!
İşte akıllılık, işte sarhoşluk!
(...)
Aylarca gezindim, yıkık ve şaşkın,
Benliğim bir kazan ve aklım kepçe.
Deliler köyünden bir menzil aşkın,
Her fikir içimde bir çift kelepçe.
(...)
Akrep, nokta nokta ruhumu sokmuş,
Mevsimden mevsime girdim böylece.
Gördüm ki, âteşte, cımbızda yokmuş,
Fikir çilesinden büyük işkence.
(...)
Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim,
Minicik gövdeme yüklü Kafdağı,
Bir zerreciğim ki, Arş'a gebeyim,
Dev sancılarımın budur kaynağı!
(...)'
*
El'Aziz- Fırat Üni.'de Tıbbiye'de okuyan ve bir cemaat yurdunda kaldığı anlaşılan 22-23 yaşında bir gencimizin büyük iç buhranlar geçirip, 'intihar'ı çıkış yolu olarak görmek gibi bir noktaya geldiği ve 'Ben ki, toz kanatlı bir kelebeğim. / Minicik gövdeme yüklü Kafdağı...' dercesine o noktadan çıkamadığı anlaşılıyor.
O video ilk yayınlandığı saatlerde benim telefonuma da geldi.
Anlaşılıyordu ki, o genç, son derece sâkin, akıllı ve saygılı bir tarzda şikayetlerini, çıkmazlarını/ açmazlarını anlatmaya çalışırken, derûnunda korkunç kasırgalar esiyordu. Halbuki, anlattıkları, hayatın zorluklarına direnmekte biraz idmanı olanlar için, çok da büyük şeyler değildi.
Hangimiz o sıkıntılardan, maddî ve nice manevî baskılardan geçmemiştik ki.
Bu genç ise, naif ve de derunî sığınağı ve direnci olmayan birisi durumundaydı. Hayatı ve anne-babasının inanç dünyasını anlamadan reddetmek noktasına gelmişti yapayalnız bir hayat zindanında sıkışmıştı. Hem de ailesinden, hem de kaldığı yurtta, 'Hayır yapayım derken, insanın ruhunu ezmeyi marifet zanneden yöneticiler'den yakınıyordu. O çemberi kırıp çıkacak bir gücü bile kalmamış; çareyi, çekilmez zannettiği bu hayattan intikam almak istercesine, kendisini 7'nci katın balkonundan aşağı atmakta görmüştü.
O videoyu izlerken derin acı çektim ve o fecî akıbeti karşısında da yüreğim parçalandı.
(Youtube, o videoyu, başkalarına da kötü örnek olmaması için yayından iyi ki kaldırmış. Bu hassasiyetini, keşke, cinnet ve çılgınlığın eşiğine kadar getirdiği yeni nesillerin geleceği için daha nice videolarına da uygulasa...)
*
Sibel Eraslan ve Halime Kökce hanım kardeşlerim, 12 ve 13 Ocak günleri, 'star.com.tr'de yayınlanan yazılarında benim de söylemek istediklerimin çoğunu dile getirmişler; yüreklerine sağlık.
Asla unutmamalıyız ki, bu nesiller bizim yaşadıklarımızı ve bizim gençlik dönemlerimizi yaşamadılar. Ve biz onların, bize çok ters gelse bile, kendilerini cep telefonlarının veya internetlerin hisarlarında tecrid etmelerinden çekip, dünyanın yaşanabilecek âlemlerine yönlendirmekte başarılı olamıyoruz. Onları 'Matrix'lerin, 'Awatar'ların ve 'Metaverse'lerin dijital hayalet alemlerine terk ettik.
Aynı evde, herkes kendi odasında, ayrı bir dünyada. Anne-babalar ise, genelde, çocuklarının sadece yiyecek ve giyecekleriyle ilgileniyorlar, ama, onların ruhlarını kuşatan tundra iklimlerinin donduruculuğundan habersizler.
Bir süre önce bir karikatür görmüştüm. Traji-komik dünyamız, basit çizgilerle anlatılıyor; bir yeniyetme genç, 'Bugün iki saat elektrikler kesildi, odamdan çıktım, evdekilerle biraz sohbet ettim, iyilermiş.' diyordu.
*
İslâmî cemaatlerin yoksul veya dar gelirli ailelerin çocuklarına yardım düşüncesiyle açtıkları yurtlarda, ülke çapında on binlerce öğrenci okuyor. Bu on binlerin arasından bir takım ruhî sıkıntıları olup, onları aşamamış olan tipler elbette olabilir. Ama, İslâmî cemaatlerin, grupların bu gibi faaliyetlerine karşı çıkan 1930 modeli kemalist -laik kafalar ve kalemler hemen hücuma kalktılar.
'Gördünüz mü, cemaat yurtlarında nasıl baskı varmış.' diye. Onların hıncı, bütün kafaları kendi resmî ideolojilerine ve putçu eğilimlerine göre yontmakta başarılı olamamalarından kaynaklanıyor.
Ama, biz de, gerek ailelerde, gerekse yurt ve sair mekânlarda, genç- körpe, naif ve esen her rüzgârdan nem kapan yeni nesillerin sadece yiyecek ve giyecekleriyle meşgul olan aile veya okul/ yurt gibi mekânlardaki yönetici durumunda olanların, bu yeni nesillerin ruhlarını doyuracak gıdaları veremeyişinin sillelerini yiyoruz. Müslüman coğrafyalarında hele de eğitim konusunda maalesef, ideallerimizden çok uzaklardayız.
*
Kezâ, yeni nesiller, fiziken güçlü olsalar bile, hayat yükünü kaldıracak inanç, duygu ve düşünceler açısından bir fukaralık ortamındalar.
Halbuki, şükretmeyi ve ne kadar ağır olursa olsun, büyük sıkıntı ve zorluklar karşısında da, Kur'an-ı Kerîm'de, Bakara-286'dan, (Allah, kimseye gücünün yeteceğinden fazlasını yüklemez.) meâlindeki, 'lâ yukellufullahu nefsen illâ vus'aha.' âyetini düşünerek yapılan dualar bile, en büyük tayfunlara da bir liman oluverir.
*