Dün kameri takvime göre Muharrem ayının ilk günüydü. Hz. Ömer İslam devletinin kurumsallaşması bağlamında yaptığı yeniliklere takvim yeniliğini de eklemiş ve Peygamberimizin Mekke'den Medine'ye hicret ettiği yılı takvim başlangıcı olarak kabul etmiştir.
Bu itibarla hicri takvim Müslümanlara mahsus bir takvim özelliğini taşımaktadır.
Hicri yılbaşı, İslam medeniyetinin önemli unsurlarından birisi olmakla beraber Ramazan ve Kurban bayramları gibi ibadet içerikli değildir. Ancak medeniyetimizin temel taşlarından biri olması hasebiyle korunması gereken bir takvimdir.
Hicri takvimin yasaklanması toplumu ve devleti İslami olan her şeyden arındırma sürecinin takvim boyutunu ifade etmektedir.
Ancak yerine ikame edilen Hz. İsa'nın doğumunu esas alan miladi takvim de İslamidir. Dünkü yazısında Selahaddin Eş ağabeyin ifade ettiği gibi Hz. İsa da bizim peygamberimizdir. Onun doğum gününü esas alan takvime neden itiraz edelim ki?! İtiraz miladi takvime değil hicri takvime karşı takınılan tavradır.
Müslüman İslam karşıtlığını tasvip etmez, edemez!
Tabii ki yasaklanması yok olması anlamına gelmiyor. Nitekim resmi yazışmalarda kullanılmasa da bütün takvimler miladi takvimin yanı sıra Hicri ve Rumi takvime de yer vermektedir.
Beni bu yazıyı yazmaya sevk eden dün itibariyle sosyal medyada gördüğüm yılbaşı tebrikleriydi.
Bana göre Hicri yılbaşının bir kutsallığı yok. Efendimizden sonra başlatılan bir uygulama olduğu için dini açıdan da hiçbir özelliği yok. Dün itibariyle 1442 yılı sona erdi 1443 yılı başlamış oldu. Hepsi o kadar.
Duyarlı Müslümanların hicri yılbaşı münasebetiyle yayınladıkları tebrikler de yasağa karşı verilen tepkilerdir ki, bu duyarlılığı ben de takdir ve tebrik ederim.
Bize ait olana sahip çıkmak, hatırlatmak ve yaşatmak isabetli bir eylemdir, doğrudur, yapılmalıdır.
Fakat bu tebriklerde bir eksiklik görüyorum. Tebrikler genel olarak yılbaşı tebriki olarak geçiştiriliyor.
Oysa bugün hicreti yani göçü hatırlatan bir gündür. Göç eden Hz. Peygamberdir.
En büyük göçmen Peygamberimizdir.
Bir insan doğup büyüdüğü beldeyi neden terk eder? Üstelik kendisine dünya menfaatlerinin tamamı teklif edildiği halde!
Bugün de dünyanın en büyük sorunlarından biri olan göçün, 1443 sene önce ki sebebi neydi?
Bence tebrikler de asıl hatırlatılması gereken husus bu sorunun cevabı olmalıdır.
Hz. Peygambere Mekkeliler krallık dâhil her şeyi teklif ettiler ama o göç etmeyi tercih etti!
Çünkü krallık karşılığında inancından vazgeçmeyi, zulme boyun eğmeyi ve putlara kulluk gibi onursuz bir hayatı teklif ediyorlardı.
Davasından vaz geçmeyi teklif ediyorlardı.
O ise bırakın dünya krallığını güneşi ve ayı bile verseler davasından vazgeçmeyeceğini haykırmıştı.
Hicreti yani göçü tercih etti 10 yıl sonra hicret ettiği beldeye muzaffer olarak girdi ve ona onursuzluğu teklif edenlerin kendileri onun onurlu hayatına tabi oldular.
İnancıyla göç edenin yardımcısı inandığı Kadir-i Mutlak'tır, akıbeti zaferdir.
Onun için atalarımız, 'Sefer bizden zafer Allah'tandır' demişlerdir.
Zulümden işkenceden baskılardan kaçarak güvenli yer arayanlar da hicret edenlerdir muhacirlerdir, göçmenlerdir!
Müslüman odur ki 1443 sene önce kendilerine göç eden muhacirlere kucak açan Ensar gibi Müslüman ola!
Öte yandan Hicret(göç), Müslümanın Müslümanca yaşamayı tercih etmesi ve dünya menfaatlerini davasına tercih etmemesidir.
Ben hicret denince, dava sahibi insanların makam mevki ve dünya menfaati ile imtihanlarını hatırlarım.
Hicret, kötülüklerden iyiliklere, yanlışlardan doğrulara, çıkarlardan davaya, haramlardan helallere, günahlardan sevaplara göç etmektir.
İnandığı gibi yaşamak yerine çıkarlarını koruma uğruna inancından uzaklaşanlar tersine hicreti tercih edenlerdir!
Hicret kişinin inandığı gibi yaşama özgürlüğünü seçmek için zorluklara katlanma eylemidir!
Ne mutlu hicretin mana ve mefhumunu hayata geçiren müminlere!
Yazıyı Hayreddin Karaman hocanın 'Hicret' şiiriyle bitirelim.
"Hicretten bize kalan kutlu yola bakalım.
Kalblere ârız olan ilgileri yakalım.
Güzel kulluğa gayret kuşağını takalım.
Mâsivadan Allah'a yolculuktur hicret!"