Müslüman halkımız arasında yeni fitneler uyandırmak isteyenlere fırsat verilmemesi için devlet planında gösterilen hassasiyeti şükranla karşılamak gerekir, elbette.. Ancak, Müslüman olarak sorumluluğumuz, 100 yıllık mevcut kanun düzeninin derin yaralar açtığı yapıyı ıslah etmek yolundaki çabalardan çok daha ağır bir yük olarak, 'Ben Müslümanım..'diyen hepimizin üzerindedir.
Biz, 'Tevhîd gülistanında, çeşitli renklerde açan güller ve çeşitli seslerle şakıyan bülbüller' hükmündeyiz, öyle olmak zorundayız.
Biz İslâm Milleti'yiz, Millet-i İbrâhîm'iz.
İslâm Milleti, iki ana ve aslî unsur üzerinde yükselir: 'Tevhid inancı ve Nübûvvet (Peygamberlik).. 'Lâilâheillallah, Muhammed'un Resulullah...'
İslâm Milleti'nin bütün fertlerini birbirine kardeş yapan, işte bu iki aslî ve temel unsurdur.
Bunun dışında, en yakın biyolojik kardeşler bile birbirine düşman olabilir.
Nitekim, Hz. Nûh aleyhisselâm, 'Tufan' esnâsında -kendisine inanmayan oğlunun- helâk olmaması için niyazda bulununca.. Hûd Sûresi-45-46'ncı âyetlerde, Nûh'a, 'iman etmeyen oğlunun onun kendi ailesinden sayılmadığı', yani, iman birliği olmayınca tek başına kan bağının yeterli olmadığı bildirilmişti.
*
Muhammed İqbâl merhûm da bu mânâya uygun olarak, 'Hz. Peygamber arab kavmindendi, onun için Arap kavmini sevmek gerekir..' diye düşünenlerin İslâm'ı anlamadıklarını söylemişti. Çünkü, Ebû Cehl de Arap kavminden ve hem de sembol isimlerdendi, Ebû Leheb de..
Böyleyken, son günlerde, daha büyük bir yangın olma istidadı gösteren bir kavmiyetçilik ve kabilecilik anlayışına karşı dikkatli olmamız gerektiğini hatırlatan bir yazı yazınca, bazıları, 'Ne o, neredeyse, filan kavimden olduğumuzu söyleyemeyecek miyiz?' diye akıllarınca eleştiri mesajları yazdılar.
Müslüman isek, -ki, o iddiayı taşıyoruz ve taşıyorsak- kesin bir hüküm olarak inanmalıyız ki, hiç kimsenin ırkı, rengi, kavmi, cinsiyeti, soy-sopu, ana babası, doğduğu zaman ve sosyal mekân ve coğrafî çevresi kendi iradesi ve tercihinde olmaksızın, bütün insanlar, takdir-i ilâhî'nin elinde olan belirleme ile dünyaya gönderilir..
Bütün insanlar, dünyaya hür ve insan hak ve haysiyetine sahip olmak açısından eşit olarak gelirler. Bunların hiç birinin diğeri üzerine, bir üstünlük veya aşağılığının olduğu ileri sürülemez. Bu konudaki tek ölçü, Kur'an'ın takvâ ve fazilet ölçüsüdür. Yüce Yaratıcı huzurunda makbûl olan, 'O'nun rızâsına ve insanlığın hayrına olan bir hayat sürebilmek'tir..
Biz her bir kavimden olabiliriz ve olabilirdik de.. Bu fıtrî oluş'un üzerine olumlu veya olumsuz bir takım ayrıcalıklar getirmektir, haram olan..
*
Bu arada birkaç noktaya da değinelim:
*
Bir yerlerde de, çok hayırhah bir niyetle imiş gibi, 'Help Turkey / Türkiye'ye yardım..' hesabı açılmış.. Bu, samimî birisi tarafından yapılmış olabileceği gibi, tamamen art niyetlilerin işi de olabilir.
Perde gerisi, gözükmeyen sözlere, yardımlara veya yardım tekliflerine karşı 'istiskal / aşağılama hedefli olması ihtimaliyle- daha bir uyanık olmak gerekir..
1990 yılında İran'da 50 bini aşkın insanın ölümüne yol açan büyük bir deprem sonrasında dünyanın çeşitli köşelerinden yardımlar yapılırken, Amerikan Yahudileri de -İran'a yardım etmek adına- aşağılamayı, istiskali hedef edinen 1'er cent'lik bir yardım kampanya yürütmüşler ve sadece '999 cent' (100 dolardan bir cent noksan) toplayıp, bu rakamı göndermeye kalkışmışlardı.
Benzer bir durumun, bazı bedhahlarca, kötü niyetlilerce Türkiye'ye karşı da sahnelenebileceği ve böyle bir oyunun, sadece Hükumet'i değil, bu ülkenin insanlarının her birisinin haysiyetini de hedef alacağı açıktır.
*
Günlerdir, bir 'çay dağıtma' hikâyesinden dem vuruluyor.. Güyâ, yangın felâketi yaşayan insanların üzerine, hediye çay paketleri serpiştirilmiş..
Bunu söyleyenlere, 'Ben öyle bir video görmedim, bir montaj filan olmasın.. Başka bir yerlerdeki çay paketi serpiştirme sahnesi buraya monte edilmiş olabilir..' dedim.
Umarım ki, bir yakıştırma ve yapıştırma söz konusudur.
Öyle bir felâket ânında, birilerinin eline, saldırmak için fırsat verileceği düşünülemezse, 'Felâkete uğrayanların başına çay paketleri fırlatıldı..' diyen şom ağızlılara da gün doğar elbette...
*
Bu arada, yine 'sosyal medya'da tedavülde olan alaycı bir yaklaşıma da değinelim..
'Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, Antalya'da devam eden orman yangını ile ilgili Valiliğin yardım hesabı açtığını açıkladı.' şeklindeki bir habere birileri, hemen 'Deniz bitti, iş, vatandaşın IBAN'nına (Banka hesap numarasına) dayandı..' gibi değerlendirmelerle sosyal medyada tedavüle koymuşlar.
Evet, şeytanca bir muhalefet anlayışı..
Efendiler.. Almanya'daki iki hafta önceki büyük sel felâketlerinden sonra, o zengin Alman Devleti de halkın 'yardım yapması' için çağrı yaptı. Bu, sadece para meselesi değil, 'sosyal yardımlaşma' şuûrunun uyandırılması için idi de..
Türkiye'de de halkın yardımlaşma duygusunun harekete geçirilmek istenmesi, niçin hemen eleştiri konusu yapılıyor? Kaldı ki, Türkiye, yıllık millî gelirine nispetle dünyada, dış ülkelerdeki yoksul halklara en yüksek miktarda yardım faaliyetlerinde bulunan bir ülke; güçsüz, perişan bir ülke değil..
Felâketlerden sırf kendi maddî veya ideolojik maslahatları için bir şeyler elde etmeye kalkışanlara, halkımız, yüz ve yol vermemeyecektir, inşaallah..
*