Işık metaforu ve alerjik reaksiyon

Siyasette simgeler, semboller, çağrışımlar büyük önem taşır. Anayasa Mahkemesi Üyesi’nin ‘ışıklar yanıyor’ mesajı darbeler döneminin sembol ifadelerindendir.

Mahkeme üyesi, kastının bu olmadığını söyleyerek özür diledi, Mahkeme de mesajın kurumsal görüşlerini yansıtmadığını açıkladı.

Netice de hızla yükselen toplumsal algı ve tepki sıkıntılı bir duruma işaret ediyor.

AYM’nin “Her türlü demokrasi dışı girişimi reddetmekte hukuk devletinin yanında durmaktayız” demek zorunda kalması da algısal düzeyde yaşanan sorunun büyüklüğünü yansıtıyor.

Kimileri maksadı ne olursa olsun bir mesaj üzerinden bu kadar tepki oluşmasını abartılı buluyor olabilir. Oysa tepkiler yaşanmışlıklarla, tecrübelerle, geçmiş deneyimlerle şekillenir.

On yılda bir darbelere maruz kalan, en son 15 Temmuz’da kanlı bir askeri kalkışmayla sarsılan bir toplumda darbelere, darbeci anlayışa, darbeci imalara, darbeci söylemlere karşı büyük bir hassasiyet oluşması son derece doğaldır.

Savaş uçaklarının ve tankların insanları katlettiği kanlı bir gece yaşamak hem farklı bir halet-i ruhiye üretir, hem de vesayetçi girişimlere karşı daha ciddi bir hassasiyet ve farkındalık oluşturur.

Toplumsal korkulara, duyarlılıklara, endişelere dokunmak, halkın alerjisini kaşımak büyük bir sorumsuzluk olur. Türkiye toplumunda darbelere karşı büyük bir duyarlılık, ciddi bir alerjik reaksiyon oluşmuştur.

Bu hem toplumsal bünyenin bundan sonra bu tür hadiselerin yaşanmaması konusunda daha aktif bir duyarlılık içinde olduğunu gösterir ve iyi bir şeydir, hem de herkesin kullandığı dili ve üslubu daha özenle belirlemesi gerektiğini ortaya koyar.

Eski Türkiye vesayet odaklarının hâkim olduğu, siyaset alanında belli imaların, çağrışımların, dirsek göstermelerin, örtülü tehditlerin yaygın kullanıldığı bir dönemdi.

Kimi siyasetçiler konuşurken askerin adını ağzına almaktan çekindiklerinden omuzlarını işaret ederlerdi.

Işıkların yanması ifadesi de korku salmanın bir aracıydı.

İmalı konuşma, adeta pandomim yapma, gölge boksu, manalı çağrışımlar hep bu dönemin siyasi araçlarıydı.

Vesayet çıkışı yapanlar toplumsal tepkiyle karşılaştıklarında niyetlerinin hiç öyle olmadığını, maksadın aşıldığını, mesajın çarpıtıldığını söylerlerdi.

E-muhtıra diye adlandırılan 27 Nisan bildirisi sonrasında da benzer bir ‘tehdidi sahiplenmeme’ durumu yaşanmıştı.

Demokratik hukuk devletlerinde siyasi mücadelenin içinde olan aktörler bellidir. Güç oyunları, gölge boksları, karnından konuşmalar, imalı çıkışlar olmaz.

Hukukçuların siyasi çıkışları da hep tartışma konusu olmuştur.

Anayasa ve Anayasa Mahkemesi Demokratik Hukuk Devleti’nde bir nevi sigorta görevi gören, hukukun ve demokrasinin yaşatılmasında önem taşıyan olgulardır.

Yaşanan hadisede Anayasa Mahkemesi ‘hukuk devletinin yanında durmaktayız’ şeklinde bir açıklama yapmak zorunda kalmıştır.

Toplumsal duyarlılıklara dokunmaya da, AYM’yi böyle bir açıklama yapmak zorunda bırakmaya da kimsenin hakkı olmamalı.

Bu talihsiz olaydan umarım dersler çıkarılır.