İstanbul Sözleşmesi ve Ayasofya

Muhafazakâr kesimin son zamanlarda tartışılan, Ayasofya ve İstanbul Sözleşmesi konularında iktidardan büyük bir beklenti içinde olduğunun altını çizerek başlayalım.

Ayasofya konusunu daha önce yazdım. Mesele cami kıtlığı değil, mesele egemenlik meselesidir. Ayasofya’yı ibadete açamamak bağımsızlığımızın vesayet altında olduğu kanaatini pekiştirecek ve kimi tavizler karşılığında müze yapıldığı iddiasını güçlendirecektir. Dolayısıyla ibadete açılması hem müze yapanlar hakkındaki iddiayı ortadan kaldıracak hem de egemenliğimizin vesayet altında olmadığını ispat edecektir.

Ben daha önce de yazdığım gibi bu hususta Başkan Erdoğan’ın muhafazakâr camiadan farklı düşünmediğine ve uygun zamanı kolladığına inanıyorum.

Açılacak inşallah.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ

İstanbul’da imzalandığı için İstanbul sözleşmesi olarak bilinen sözleşmenin tam adı, Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”dir.

Bu sözleşme toplumun din, dil, inanç, örf, gelenek gibi değerlerini tamamı ile rafa kaldıran; kadını ve erkeği içinde bulunduğu toplumun değerlerinden soyutlayan ve tüm toplumlara bu konuda tek tip bir anlayışı dayatan; bu özelliği ile kadın ve erkek ilişkilerinde sonu “cinsiyetsizliğe” varan bir ideolojiyi dayatmaktadır.

Bu sebeple sözleşmeye 11 batı ülkesinin çekince koyduğunu veya imzalamadığını belirtmekte fayda var.

Ekvador'un solcu Cumhurbaşkanı Rafael Corrêa bile sözleşmenin esas aldığı toplumsal cinsiyet ideolojisinin aileyi yok etmeye yönelik bir araç olarak yorumlamış ve kınamıştır.

Macaristan, Rusya, Hırvatistan, İsveç, İngiltere, Bulgaristan, Hırvatistan ve Polonya bu sözleşmeyi tartışmış, kimileri reddetmiş kimileri ise çekince koymuştur. Almanya bile 59. Maddeye şerh koyarak ancak 2018’de imzalamıştır.

Türkiye maalesef herhangi bir çekince koymadan 2011’de imzalamış 2014’de yürürlüğe girmiştir.

O günden beri de muhafazakâr camia neredeyse her gün bu konuyu gündemde tutarak iktidarı ikaz etmektedir.

Hatta Başkan Erdoğan’ın huzuruyla yapılan büyük bir toplantıda tüm STK temsilcileri çok net bir şekilde tepki koymuşlar, bunun üzerine Başkan Erdoğan ‘Nass değil ya, gerekirse feshedilir.’ diyerek hâzırûnu teskin etmiştir.

Nihayet geçen hafta Başkan Erdoğan’ın sözleşmenin gözden geçirilmesi talimatı verdiğini öğrendik.

Bu müjde çok geçmeden neticelenir ve sözleşme feshedilir yahut çekince konulursa toplum büyük ölçüde rahatlayacaktır.

Sözleşmenin 80. maddesi Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine yapılacak sıradan bir bildirimle fesih yolunu açık bırakmıştır. Öyle uzun işlemlere, görüşmelere, müzakerelere ve tartışmalara gerek olmadan sadece bildirimle çıkılabilecektir.

Toplumun değerlerine yabancı kültürle yetişmiş olan yahut sözleşmeyi incelememiş sadece kadına şiddete karşı çıkan bazı çevreler feshedilmesine itiraz edecektir. Olabilir edilebilir.

Doğrudur, bu sözleşme kadına şiddeti önleme amacına matuftur. Ancak kadın ve erkeklerin kendi toplumlarının, gelenek ve inançlarının yüklediği rollerden sıyrılmasına yönelik bir zihniyet değişikliğini öngördüğü için sakıncalıdır.

Çoğunluğu Müslüman olan bu ülke insanının inançlarına ve değerlerine itibar etmeyen ve aile mefhumunu zayıflatan bir içerik kabul edilemez.

Rusya bile ev içi şiddet ifadesine taraflar aynı cinsten olabileceği gerekçesiyle sözleşmeye karşı çıkmıştır.

Hırvatistan eşcinsel evliliklerin hukuken tanınmasına imkân tanıyacağı ve Hristiyan değerlerine aykırı olduğu için direnmiştir.

Bulgaristan bile reddetmiştir.

Türkiye de reddetmelidir!

Şunu da belirtelim ki ailedeki yozlaşma ve kimi sapkınlıklar bu sözleşme ile başlamadı.

Fakat bu sözleşme sapkınlıklara meşruiyet vererek teşvik edici bir rol oynamaktadır.

Bu sözleşmeyi genelde dini hassasiyeti zayıf olanların savunması sizce ne anlama geliyor?!