‘Meçhûl Asker' bir Mareþal'i anarken..

Sadece bizde deðil, dünyanýn hemen bütün ülkelerinde, o ülkenin topraklarýnýn ve halkýnýn savunulmasýnda vazife almýþ, fedakârlýk etmiþ olanlara saygý duyulur. Ve onlara minnet duygusu ve saygýlarýn ifade edilmesi için 'mechûl asker' âbideleri dikilir, bir sütun halinde..

Bu yöntem niçin bizde de uygulanmayýp, her vesileyle, bir 'tek tip lider figürü' anlayýþý sürer-gider? Bu noktada, Kuzey Kore ve biz kaldýk, dünyada..

Osmanlý Ýmparatorluðu tarih sahnesinden silinirken, nice acýlar çekilmiþ, nice çetin savaþlar verilmiþtir.

1699- Karlofça Andlaþmasý'ný, ilk olarak askerî bir yenilgiyi ve topraklar kaybetmeyi kabullenerek imzalamýþýzdýr. Hele de 1774-Küçük Kaynarca Andlaþmasý'ndan sonraki 150 sene, çöküþe kadar tam bir direniþ dönemidir.

O bir var olma ve yok olma savaþýdýr. Herhalde, Müslümanlarýn tarihi açýsýndan, son asýrlarýn en büyük faciasýydý o acý sonuç..

Geçenlerde 87 yaþýnda vefat eden ünlü tarihçi merhûm Mehmed Genç hocamýz, 'Osmanlý'nýn 1356 yýlýnda Avrupa kýt'asýna geçiþiyle baþlayan yükseliþi 230 yýl; geri çekiliþ ve tarih sahnesinden siliniþi ise, 340 yýl kadar sürdü.. Bu müthiþ bir direniþtir.. Bu direniþ, o yükseliþten daha uzun süreli olmuþtur ve daha az muhteþem deðildir.' derdi..

Bütün o savaþlarda, sadece falan veya filaný, tek suçlu veya baþarýlý kumandan olarak görmek- göstermek, yanlýþýn ötesinde bir þeydir.

Osmanlý'nýn son dönemindeki Ýttihadçý liderler (Tal'ât, Cemâl ve hele de Enver Paþa'lar) bile, tecrübesizlikle çok büyük yanlýþlar yaptýlar; ama, onlarýn da memlekete hýyanet etmek niyetiyle hareket ettiklerine ihtimal vermek doðru olmasa gerek.. Osmanlý çökertildikten sonra, 1919-1922 arasýnda, Anadolu'daki direniþ yýllarýnda da savaþ tekniði açýsýndan, bir takým yanlýþlar yapýldýðý ileri sürülse bile, herhalde, hýyanet kasdý ile hareket edildiðinden söz edilemez.

Ama, o savaþlarda yapýlan hizmetler, hiç kimseye, savaþ sonrasýnda millet üzerinde tek söz sahibi olmak hak ve yetkisi vermez. Ama, bizde maalesef, savaþtan sonraki siyasete, asker kafasýyla müdahale edenler, 'toplum mühendisliði' yapmaya kalkýþanlar kendilerini millete, zorla, hattâ 'putlaþtýrýlan bir tek tip figür ve ebedî lider' þeklinde dayatmýþlardýr, 100 yýldýr..

Dün, (10 Nisan günü), Mareþal Mustafa Fevzi Çakmak'ýn, Fevzî Paþa'nýn vefatýnýn 71. Yýldönümü idi.

Eyyub Sultan Tepesi'ndeki kabri baþýnda 15-20 kadar asker ve baþta Meclis Baþkaný Mustafa Þentop olmak üzere 30-40 kadar da siville anýldý, o büyük asker.. Ýstanbul Müftüsü, Kur'an okudu, dualar edildi.

Dün, TRT Haberleri'nde, sadece 2 dakikalýk bir haber olarak yer bulabildi..

Yeni nesilden çoðu kimse Fevzî Paþa' bilmiyor bile..

Bir de, körpecik çocuklara salyalý-sümüklü, zoraki aðlatmalarla sunulan resmî ideolojinin 'ikon'laþtýrýlmýþ figürünü düþünün..

Fevzî Paþa, Kafkaslar'dan Balkanlar'a; Filistin'den Sakarya'ya kadar nice savaþlarda çok seçkin bir kumandan..

Hele de, 550 yýllýk vatandan, Arnavutluk'tan çekiliþ sahnelerini anlattýðý satýrlarý yürek parçalayýcýdýr.

Savaþ sonrasýnda, elindeki askerî gücü kullanýp, o da, diktatörlük yapabilirdi, yapmadý. Ama, asker olarak sivil hayata karýþmam diye, nice büyük yanlýþlara bir de gözcülük yaptý!.

Ama, bugün, hatasýyla- sevâbýyla insan gibi anýlmak bahtýna kavuþmuþ..

Bizde 'Diktatör çýkmaz' mý dediniz?

Avrupa Birliði Konseyi Baþkaný Charles Michel ile AB Konseyi Baþkaný Ursula von der Leyen'in 4 gün önce Türkiye'ye gerçekleþtirdikleri ziyaret ve görüþmelerden çok, o görüþmeler sýrasýnda Baþkan Erdoðan karþýsýndaki oturma þeklinden dolayý tartýþýlýyor, AB çevrelerinde..

Charles Michel, AB iç sisteminde ikinci sýrada, Ursula von der Leyen ise, birinci sýradayken; dýþ temsillerde ise, tam tersi bir durum..

Esasen, bu ikisi arasýnda AB içinde bir yetki çatýþmasýnýn olduðu gizli deðil..

Kýsaca, konunun Türkiye'yle ilgisi yoktur.

Böyleyken, Ýtalyan Baþbakaný konuyu bilmeden, saldýrmak için fýrsat olarak kullanmaya kalkýþmýþ ve Erdoðan'ýn diktatörlüðü gibi laflar etmiþ..

1923'den beri, Türkiye siyaseti içinde, sivil siyasetçilerin uslûb farklýlýklarý olsa bile, hiçbirisinde bir diktatörlük özelliði yoktu, bugün de olmadýðý gibi..

Ama, bütün askerî kökenli yöneticiler hep diktatörlük yöntemiyle hareket ettiler. 1923-1950 arasý öyle de; askerî darbelerden sonra gelen darbeci yöneticiler farklý mýydý sanki?

Böyleyken, birkaç ay bir nce siyasî karambolle ve kendisinin de beklemediði bir anda Hükûmet baþkanlýðýna gelmiþ olan Ýtalya'nýn silik þahsiyetli baþbakaný'nýn Erdoðan'a diktatörlük atfetmesi hiç önemli deðil.. Tersine, o kiþi, Erdoðan'ý övseydi, asýl o zaman bir burukluk hissederdik.

Ama, Erdoðan'ý o kiþinin ithamýndan temize çýkaralým derken, (bizdeki iç muhalefetin susmasý anlaþýlýr da) , bazý iktidar siyasetçilerinin 'Bizden diktatör çýkmaz. Sen kendi ülkene, kendi geçmiþine bak..' diyerek Mussolini'yi hatýrlatmalarý tuhaf deðil mi?

Mâdem ki, o hatýrlatýlýyor. Bizim burada o zamanlar, 'tek parti diktatörlüðü' yok muydu, bizdeki darbecilerin her birisi en katý diktatörlük yöntemleriyle hükûmet etmediler mi?

Cevaplar verilirken, mantýken tutarlý olmaya dikkat edilmeli deðil midir?