Siyaset, hizmet değil de; Kandırmak Üzerine mi kurulur?

Geçen sene B. Amerika'da, siyahî bir kişinin polis tarafından yere yatırılıp, boynuna dizle basılarak nefessiz bırakılması ve defalarca 'nefes alamıyorum..' diye çırpınmasına rağmen, o durumda can vermesine seyirci kalınması sonrasında, siyahîler ve onlara yapılan bu zulme karşı çıkan diğerlerince aylarca süren dev protesto gösterilerinde kullanılan bir cümle vardı: 'Black Lives Matter!' (Siyahların hayatı önemlidir.) şeklinde..

Mânâsı, mantıken ele alındığında bu sözün içinde bir yanlışlığı taşıdığı görülüyordu. Çünkü, herhangi bir ırk, renk, kavim, cins veya sosyal sınıf farkı gözetmeksizin, 'Sadece siyahların değil, her insanın hayatı önemlidir!' denilmeliydi. Ama, bu durumu, herhalde o sırada daha bir yaralı olan siyahî kitleleri daha bir tahrik etmemek için, kimse dile getirmemişti. Ama, merhûm Muhammed Ali Clay'in çocuklarından birisi, o günlerde bu ince noktaya değinmiş ve 'Babam hayatta olsaydı, bu cümleyi, sadece siyahîleri değil, bütün insanları içine alacak şekilde düzelttirirdi..' demişti.

Türkiye'nin bütünüyle geri çekildiği 'İstanbul Sözleşmesi' dolayısiyle, son günlerde, hattâ o sözleşmeyi Dışişleri Bakanı olarak imzalamış olan ve Müslüman kimliği bilinen bir siyasetçinin bile, sırf siyasî karşıtlık ve hırs ile, bu sözleşmeden geri çekilme konusunda C. Başkanı Erdoğan'a eleştiriler yönelterek, o konudaki Kararnâme'nin 'ibtal'i yönünde koro halinde nutuk çekenler arasında yer aldığı görülüyor.

Türkiye'nin, 'İstanbul Sözleşmesi'nden ayrılması sebebiyle kadınların tedirgin olduğunu dile getiren bu siyasetçi, geçen hafta, 'Şiddete maruz kalan ve hepimizi birkaç gün arayla yürekten dağlayan, bazıları da vahşice, barbarca öldürülen kadınlarımız tedirgin... Cumhurbaşkanı bu kararı çıkarmadan önce bir açıklamada bulunup, kadınlarımızı teskin edecek bir açıklamada bulunmaya bile ihtiyaç hissetmeden kendi imzasıyla yürürlüğe girmiş bir sözleşmeyi ibtal etti. Çıkıp, kendisi için tutarlılık adına bir izahta bulunması lâzım. Ama, artık tutarlılık diye bir düşüncesi yok!' diyordu.

Şimdi Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Pervin Buldan gibileri, 'o sözleşmeden çekilmekle kadınlara şiddetin serbest hâle getirildiği'ni iddia edenler kervanına müslüman kimliği ve hassasiyeti olan siyasetçilerin de katılması esef vericidir.

Halbuki, yapılan, halkı kandırmaya yönelik tam bir çarpıtmadan başka bir şey değil.. (Kezâ, '....filan üniversitenin 'Müslüman öğrencileri' gibi isimlerle anılan bazı grupların, bu sözleşmeyi çığırından çıkarmaya çalışan sapık grupları desteklediklerine dair açıklamalar yapmalarını, yaklaşmakta olan bir facia dalgası olarak görmek gerekir.)

İşbu 'İstanbul Sözleşmesi'nin mâsum iddialarla ve iyi niyetle hazırlandığı iddia edilse bile, uluslararası sözleşmelerin iç hukuktan üstün sayılmasından istifade eden bir takım cinsî sapık gruplarının nasıl bir kanunî himayeyi elde ettikleri kanaatiyle, meydanlara en ahlâksız pankartlarla ve görüntülerle çıktıklarını yukarda isimlerini verdiğim muhalefet liderleri görmezlikten gelebilir; ama, Müslüman halkımızın değerleri içinde yetişmiş kimselerin de sırf siyasî hırsla, aslî inanç değerlerimizden kopmuş olanlar gibi laflar etmeleri, gerçekten de hayıflanılacak bir durum değil midir?

Asıl görülmesi gerekli konu, insanlığının ve inancının izzet ve şerefini düşünen her bir Müslümanın, erkek olsun- kadın olsun, başkasına işkence ve zulüm yapamayacağıdır. Müslüman bir halkın hayatını, uluslararası sözleşmeler, andlaşmalar, yabancı kültürlerin ve yaşayış tarzlarının normal gördüğü sapkınlıklar değil, inancımızın temel kuralları belirler.

Böyleyken, bu sözleşmeden çekilme kararından sonra, muhalif siyasetçilerin devamlı olarak, işkenceden, cinayetten korumak adına, sadece kadınları tahrik etmeye çalışmaları ve hattâ karşı cinsten olanlara yönelik cinayetler sözkonusu olduğunda sessizliğe gömülmeleri ilginç değil mi?

Toplumun sadece bir tarafının mazlûm ve diğer tarafının zâlim gösterilmesi, sağlıklı bir yaklaşım mıdır?

Asıl görülmesi gereken konu, insanların, hangi yaş veya cins grubuna aid olurlarla olsunlar, akıl ve iradelerini ibtal edip şiddet ve cinayete ya da intihar çaresizliğine teslim olmalarına çare aranması değil midir?

Evvelki gün, medyaya yansıyan cinayet veya bir intihar haberi ulaştı, Konya- Ereğli'den..

20 yaşında bir kız, başından vurulmuş şekilde, ölü olarak bulunmuş..

Bu kızın, ölü bulunmadan kısa süre önce 'sosyal medya'dan, bir sessiz çığlık halindeki şu notu paylaştığı belirlenmiş: 'Bu hayata tutunmak için çok çaba sarf ettim, çok uğraştım. (...) Bu hayat bana çok ağır geldi. Taşıyamayacağım yükleri verdi. (...) Beni seven, yanımda olan herkesten özür dilerim. Ağladığım için kızdınız, küstüğüm için kızdınız ama, bilin ki hepsi yardım çığlığıydı, siz duymadınız. Annem, en çok senden özür dilerim, ne olur beni affet, ama ben dayanamadım. Bu yaşıma kadar getirdin. Eğer sen olmasaydın bu kadar durmazdım. Hakkınızı helal edin. (...) Not: Mezar taşıma, 'Bu ilk ölüşüm değil!' yazın..'

İşin içinde ustaca bir cinayet perdelemesi sözkonusu değilse, bir intihar halet-i rûhiyesini yansıtan tipik bir yazı bu.. Ve son derece trajik, yürek parçalayıcı..

Şimdi asıl bu gibi faciaların üzerinde de düşünmek gerekir.

Kendimizi bu tükeniş haline garkolanların yerine koyup da düşünebiliyor muyuz?