''Müslüman Dünyasının Meseleleri'', diye tartışılanlardan bir kesit..

(Çarşamba günkü yazıda, bir sempozyumu, tarihî arka-planıyla birlikte ele almaya çalışmıştık..

Devam edelim..)

3 gün süren toplantının ilk gününde bulunamadım ama, 2 ve 3'üncü günleri, baştan sona takib ettim.

Özellikle, ülke dışından gelen davetlilerin sunumlarını dinlemek imkânı bulmak da güzeldi..

Elbette, ilk günün olumsuz tarafının, önceden açıklanmadığı halde, sırf bu sempozyumun malî masraflarını karşıladığı için, İBB tarafından, protokol konuşmaları yapacak olanlar arasında ismi ilân edilmeden, Kılıçdaroğlu'nun, İBB tarafından 'tek siyasî lider' olarak oraya ge(tiri)lmesinin yakışıksızlığına önceki yazıda değinilmişti. Çünkü, sempozyumun genel fikrî çerçevesinin sorumluluğunu Türk Ocakları'nın İstanbul Şubesi üstlenmişti ve hiçbir siyasî partiye davet yapılmamıştı. Ama, anlaşılıyordu ki, İBB Başkanı İmamoğlu, son zamanlarda aralarına gizli bir rekabet olduğu söylenen liderini oraya getirip konuşmasını sağlayarak onun hoşnudluğunu kazanmaya çalışmış ve bunun için Türk Ocakları'nın teyidini almamıştı. Nitekim, Türk Ocakları Gn. Merkezi, bundan dolayı İstanbul Başkanı Dr. Cezmi Bayram'a vazifeden el çektirmişti.

Bu arada, ilk günü bilmiyorum, ama, son iki gün boyunca, sempozyumdaki yerli konuşmacılarından bazıları, İBB'ye 5-6 kez teşekkür edip, Kılıçdaroğlu'nun yaklaşımlarına da değiniyorlar ve bu durumu, bazıları, 'Eee, n'aparsın, parayı veren, düdüğü çalar..' diye açıklıyorlardı.

*

Konunun bu pürüzlü noktalarına bu kadara değindikten sonra...

Sempozyumdaki konuşmaların büyük kısmında, 'müslüman dünyasının meseleleri' diye, daha çok Orta Asya, Rusya, Balkanlar'la, Almanya ve Avusturya'daki Türkiye kökenlilerin meselelerine ve da daha çok itiqadî ve fıqhî konulara ve de 'cemaat ve tarikat' konularına değinildiğini de işaretlemeliyim; Tunus ve Fas'da, 'Siyasal İslâm'ın başarısızlığı'nın sebepleri üzerindeki istisnalarla..

*

Birinci günün ilk sunumcusu, eski Diyanet başkanlarından Ali Bardakoğlu olmuş..

Bu anlaşılabilir de, ondan sonraki konuşmacının, laik rejimin eski bir Yargıtay Başkanı olması ve kemalist-laik çizgideki yazılarını hâlâ sürdürmekte olan bir kişinin de bu toplantıya davet edilmesi ve 'Hukuk ve ahlâk' konulu bir sunum yapmasın ilginçti.

*

İkinci ve üçüncü gün dinlediklerimden (5-6 yazıyla bile özetlenemeyecek) ilginç konular var idiyse de, şimdilik, birkaç noktayı aktarmaya çalışayım:

Erzurum Ata. Üni'den Prof.Z.İ'nin konuşması, üzerinde durulmayı gerektiriyordu: O, -özetle- '(...) Siyasal İslâm, yani, dinin hayatın tamamında söz sahibi olması' diyor; Necîb Fâzıl'ın 'demokrasi ve laikliğin İslam'la bağdaşmıyacağını, İslâm'ın halk iradesi değil, Hakk iradesi demek olduğunu' söylediğine işaret ettikten sonra, 'Siyasal İslâm'ın hedefinin cihan hâkimiyeti olduğunu, Müslümanların bugünkü durumunun bir 'mağlûbiyet sendromu' yansıttığını, yaralı bünyenin tedavisinde bu sendromun gözden uzak tutulmaması gerektiğini; ayrıca, fanatizmin dizginsiz bir tehdit olduğunu ve 'insanın taş gibi görüldüğünü, 'Her şey Allah'ındır, insan yoktur..' görüşünü yansıttığını' ifadeyle; bunu, Tanpınar'ın bir sözüyle güçlendirmeye çalışması ve 'Hukukun Tanrı ile ilişkisi yoktur.. Devletin insana bırakılması gerekir. Hiçbir iktidarın dâvâsı hak veya bâtıl statüsünde ele alınamaz, 'İnanıyorsanız, üstünsünüz..' anlayışının bir saplantı olduğunu' söylemesi, sonra da, Nâzım Hikmet'in, 'Yaşamak bir ağaç gibi tek ve bir orman gibi hür..' mısraını okuması herhalde çok tartışılmalıdır.

Ondan sonraki konuşmacı ise, Ank. Üni.'den Prof. İ. Güler idi ve konusu da 'Kul hakkı ve helâlleşme' üzerineydi.. Güler, 'Beyt-ul'Mal'dan çalmayı, yöneticinin de Beyt-ul'Mal üzerinde hakkının olduğu ve kişinin kendi malının hırsızı olamıyacağı' görüşüyle, fuqehânın, hırsızlık saymadığını söyledi.

Güler, ayrıca, İlk 4 Halife zamanında, yöneticinin şûrâ ve bey'at ile verilen yetki ile belirlendiğini; Muaviye'nin ise, iktidarı zorla ele geçirdiğini ve Beyt'ul-Mal'ın sultanın öz malı sayıldığını; Abbasî'lerde ise, sultanın, 'Zıllullah-i fi'l-arz' (Allah'ın yeryüzündeki gölgesi) ve böylece sultanın Allah'ın temsilcisi anlayışına geçildiğini, 'İslâm ekonomisinin büyük çapta ganimet ekonomisi haline getirildiğini; fütuhâtta işgalcilik ve yağmacılık olduğunu; Kurân'a göre, şirk, küfrün (Mumtehine, 8-9'a dayandırarak) düşmanlık sebebi olarak tarif edilmediği halde, bu kuralı fuqehâ'nın değiştirdiğini, 'Dâr-ul'İslâm ve Dâr-ul'Harb kırılması'nın böyle ortaya çıktığını'; Kur'an'da sadece savunma savaşı varken, 'Ömer'in bu kuralı, 'Siz deve otlağına mı mahkûmsunuz?' diye değiştirip, Irak'ı aldığını belirtti. Güler konuşmasının devamında sözü 'helâlleşme' konusuna getirerek, 'Kılıçdaroğlu, önemli bir şey söyledi, ancak samimî olmalı, ayrıca kendi partisinin teşkilatında bu sözlerinin karşılığı yok..' dedi.

Güler, ayrıca, Çin, Rusya ve Türkiye'deki devrimlere değinirken, kemalizmin de din ile arasına zindanlar koyduğunu, sekuler ulus- devletin bu yöntemle kurulduğunu, -Kılıçdaroğlu'nun bu noktaya dikkat etmesi gerektiğini, bugün 'helâlleşelim' demekle helâlleşmenin kolay olmayacağını' ifadeyle, zımnen, 'mâzideki uygulamaları' hatırlattı; 'Hem nalına, hem mıhına..' bir yaklaşımla..

*

Güler'den sonraki konuşmacı olan Danıştay üyesi Doç. G. Özkan ise, -özetle- 'hukuk kurallarımız, Avrupa'ya göre değil; din, ahlâk ve kültürümüzle uzlaştırılarak yapılmalıydı.' dedi, bazı uygulamalardan örnekler vererek..

*

Bazı konuşmacılar ise, 'Devlet'in zararlı fikirleri yasaklamasını isteyen bazı akademisyenler olduğunu hayretle karşıladıkları'nı belirtirken; hemen ardından da, kendileri de, 'Bu gibi görüşlerin laikliğe aykırı olduğu'nu belirterek, tersinden aynı sınırlamalara davetiye çıkartmaya çalışıyorlardı!.

*

Bu konuşmalar yapılırken, alel-acele tuttuğum notlardan hâfızamda kalan izler bunlar.. Bu sempozyumda dile getirilen bazı ilginç görüşlere de önümüzdeki günlerde, çeşitli vesilelerle zaman zaman değinebileceğimi düşünüyorum.

*