‘Müslüman Dünyasının Meseleleri' üzerine bir ‘sempozyum' dolayısıyla

'Türk Ocakları' 1912'de, Osmanlı Devleti'nin hele de Balkan Harbi'nin ağır yenilgisi ve 500 yılı aşkın bir süre vatan olan Balkanlar'dan geri çekiliş faciasının yaşandığı acı zaman diliminde; hâkimiyeti ve gölgesi altındaki bütün dinlerin bağlılarından ve kavimlerden oluşan 'anâsır-i Osmanî'nin (Osmanlı unsurları'nın) her birinin kendi başının derdine düştüğü bir sırada, -'Türk kavminden olanların da artık sadece kendilerini düşünmeleri gerektiği'ni düşünen küçük bir grubun fikir ve eylem birliğiyle- kurdukları 'Türk Yurdu' ve 'Türk Dernekleri'nin birleşmesinden meydana gelmiş ve 'beyaz bir zemin üzerine kırmızı bir hilâl, onun da ortasında mavi zemin üzerinde bir kurt başı' resimli amblemiyle bilinen bir kurum.

'Türk vurgusu' Müslüman halkımızın kulağına ve diline yeni girmeye başlamıştı. O kadar ki, Osmanlı tarih sahnesinden çekilirken, daha sonra kurulan 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa'y-ı Hukuk Cemiyetleri'nin Nizamnâmesi'nde bile hedef, -sadece Türk kavmine değil-, 'Müslüman ahaliye yapılan mezâlime son vermek' olarak gösteriliyordu. Yâni, yenilgiye rağmen, Müslüman unsurların yekvücûd oluşu esas alınıyordu.

Ama, 1922'lerden itibaren, sadece 'Türk unsuru'na vurgu yapılmaya başlanıyordu. Artık, 'Kürd, Arab, Arnavut, Laz, Gürcü, Boşnak, Pomak, vs.' gibi diğer Müslüman halkların kavmî isimleri zikredilmiyor, hattâ yok sayılmaya başlanıyordu. (Bu durumu, vefâtından birkaç ay önce, Alpaslan Türkeş, bir TV programında yayınlanan mülâkatında, 'Yahu, biz de biliyoruz, bir imparatorluktan geriye birçok kavimlerin kalacağını. Ama, biz, bu kavimlerin birliğini sağlamak için, hepsinin de, 'Türk'üz!'demelerini istedik. 'Türk'üz!' deseler, kıyamet mi kopar?'demişti, özetle.)

*

Gerçekte ise, Birinci Dünya Savaşı'nın galibi olan emperyalist dünya tarafından, o zamanki Amerikan Başkanı Wilson'un adını taşıyan 'Wilson Prensipleri'ni kutsal bir 'ilkeler demeti' halinde sunuyordu dünyaya ve özellikle de Müslüman kavimlerin birbirine karşı soğuk davranmasını ve hattâ birbirleriyle karşı karşıya getirilmesini hedefleyen bir taktikle, 'ulus-devlet'ler kurulması isteniyordu. Ve bu şeytanî tuzağı, içimizdeki emperial uşaklar ve beyinsizler de benimseyivermişler ve Müslüman halkların ortak mücadelesine ihanete başlamışlardı.

Evet, 'Türk Ocakları'nın ilk ortaya çıkış dönemi ve sonrasında geçilen merhaleleri hatırlamazsak, bu yazıda değineceğimiz konunun anlaşılması da daha bir zorlaşır.

*

Bu kurum, 1930'da M. Kemal'in emri ile (çocukluk arkadaşı) Fethi (Okyar) Bey liderliğinde kurdurulan 'Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı, gerçek bir muhalefet hareketi sanan halk kitlelerinin desteğinin kontrol edilemez bir noktaya varması üzerine, -kuruluşunun 99'uncu gününde- kapatılmasından sonra, yine M. Kemal'in emri ile, 'Cumhûriyet Halk Fırkası'nın (partisinin) bağlı kuruluşu olan 'Halk Evleri'ne dönüştürülmüştü.

*

Bu tarihî arka plân bilgilerini niye mi tekrarlıyoruz?

Evet, 27-29 Haziran arasında 3 gün sürecek şekilde planlanan ve Fatih'te İBB'nin 'Ali Emirî Kültür Merkezi'nde, 'Türk Ocakları'nın İstanbul Şubesi' tarafından, 'Günümüz İslâm Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları' başlıklı -ve mâlî harcamaları CHP elindeki İBB tarafından karşılanan bir 'sempozyum'dan söz etmek istiyoruz. (Hemen hemen tamamı akademisyenlerden oluşan, 25'i, 15 dış ülkeden olmak üzere, 60 kadar katılımcıların ve sempozyumun diğer bütün masraflarının karşılanmasının küçücük olmadığı /olmayacağı da unutulmamalıdır. Esasen, Türk Ocakları, bu dâvetlerin mâlî yükünü kaldıramazdı. Bu konuda İBB yönetimi ile anlaşmaya varılmasını kendileri açısından bir başarı gibi görmüşlerdir. Ama bir seçim öncesinde, şirinlik muskası takınarak, muhafazakâr kitlelere gülücükler göndermeye ağırlık veren CHP açısından da kaçırılmaz bir fırsat.)

Anlaşılıyordu ki, 'Türk Ocakları'nın yolu, başlangıçta, 90 yıl öncelerde olduğu gibi, 'CHP' ile yeniden kesişiyordu.

Ve amma, daha işin başında, bir takım gizli-kapaklı kamuflajlı uygulamalara başvurulmuş, bir 'oldu-bitti' sergilenmişti. Çünkü, 'İBB ve Türk Ocakları'nın amblemlerinin bulunduğu sempozyum broşüründe, açılışta, protokol konuşmalarının kimler tarafından yapılacağı belirtiliyordu ve orada, 'Düzenleme Kurulu Adına, Prof. İbrahim Maraş, Türk Ocakları İstanbul Şube Başkanı Dr. Cezmi Bayram ve İBB Başkanı İmamoğlu'nun isimleri yazılmıştı.

*

Ama 27 Haziran sabahı, CHP Başkanı Kılıçdaroğlu da orada zuhûr edivermiş ve bir konuşma yapmıştı. Ve başka siyasî partilere herhangi bir davet yapılmadığı anlaşılıyordu. Halbuki bu sempozyum sadece İBB'nin değildi.

(Kılıçdaroğlu, 'İslam dünyasının temel meselesi adalettir.' diyordu konuşmasında. Bu doğruydu ve bütün dünyanın ihtiyacı da adâletti. Pekiy, ama adaletin ölçüsü, neydi? Bunun, mevcud anayasaya göre 'kemalist ilke ve devrimler olduğu'nu Kılıçdaroğlu elbette biliyor, ama bunu söylemiyordu. Kılıçdaroğlu, ayrıca, mahkemece CHP üyeliği ibtal olunduğu için, CHP İstanbul İl Başkanlığı sona erdirilen ve keskin marksizan ideolojik kimliğiyle mâruf C. Kaftancıoğlu'nu da beraberinde getirmişti.)

*

Bu KK.'lı sahne, 'Türk Ocakları'nın Anadolu'daki birçok şubesinde tepkiyle karşılanırken, MHP'yle birlikte anılan 'Türk Ocakları'ndaki bu tablo, Devlet Bahçeli tarafından da, 'Ben dalıp uzaklara gittim, Türk Ocakları hiç mi rahatsız olmadı, hiç mi vicdan azabı çekmedi?' ifadeleriyle ağır şekilde eleştirilmişti. Ve Türk Ocakları'ndan, 'Hiçbir siyasî partinin arka bahçesi olmadıkları'na dair iddialı bir açıklama gelse de, dün sabah, 'Cezmi Bayram'ın Türk Ocakları Genel Merkezi'nce vazifeden alındığı' haberi ulaşıyordu.

Bu sempozyumda dile getirilen görüşlerden bazı ilginç tesbitleri de Cuma günkü yazımızda aktaralım, inşaallah...

*