-Pazar Hasbihali- ‘Müslüman feraset ve basireti, ‘Hz. İbrahîm'in safı'nda olmayı gerektirir'

*Kütahya'dan S. Tuğlacı, Niğde'den Hasan Özer, Rize'den Kemal Yorganoğlu, Tekirdağ'dan Murad Okur isimli okuyucular, artık 14 Mayıs 2023'de yapılacağı neredeyse kesinleşen seçimler yaklaşırken, 'Bu seçim gerçekten de sıra dışı bir seçim olacak. Yıkmak niyetinde birleşen taraf, 'Tayyib gitsin de gerisi ne olursa olsun.' anlayışıyla, kahvede, pazarda, ev sohbetlerinde, tam bir yıkıcılık ruhuyla hareket ediyorlar. Böyleyken, siz de yazılarınızda günlük iç siyasî konulara, daha fazla değinseniz.' diyoruz.' görüşünü dile getiriyorlar.

--Aslında, dış dünyayla ilgili yorumlarımda da, netice itibariyle iç siyaseti etkileyecek konulara değinmeye çalışılmaktadır. Ve ayrıca, beşer tarihinin genel seyrine dikkat çekilmeye çalışılmaktadır. Kur'an-ı Kerîm'de, Ra'd Sûresi'nde, -meâlen- 'Bir halk kendi halini değiştirmedikçe, Allah onların halini değiştirmez.' buyrulmaktadır. Bu, sosyal değişimin ezelden ebed'e, ilâhî kanunudur. Nitekim Hz. Peygamber (S) de, 'Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz.' demiştir. İsteyen kendi çağının Nemrudlarına ve Nemrudçularına yönelir; inancından imbiklediği feraset ve basiret ile hareket edenler ise, put kıranların pîri 'Hz. İbrahîm'in ve diğer Enbiyâullah'ın çizgisinde saf tutarlar.

*İstanbul'dan İsmet Ayvacı, Zonguldak'tan Turan Görgülü ve Yalova'dan İbrahim Keser, Muharrem İnce'nin dün sabah CNNTürk'te yayınlanan röportajını dinleyip dinlemediğimi soruyorlar.

--Evet, uzuuun bir röportajın en az yarısını dinledim. Önceki dönemde Tayyib Bey'in karşısında CHP adayı olarak seçime girip yenilen İnce, çoktandır olduğu gibi, şimdi de, 'CHP'den iyi ki ayrılmışım.' diyordu. Ama sonra da, 'Ben aday olabilir ve seçilemezsem ya da, adaylık için gerekli olan 100 bin vatandaşın oyunu toplayamazsam, o zaman elbette Kılıçdaroğlu'nun kazanmasını isterim.' diyordu. Tam bir çelişkili ruh hali.

İlginçtir, M. İnce, '6'lı Masa' liderlerinin ortaklaşa açıkladıkları 'Mutabakat Metni'ne de uzun uzun değiniyor ve orada hiç değinilmeyen konuları sayıyordu. O 'mutabakat metni'nde, laikliğe değinilmemiş, 1923 sonrası rejimin ilk Şef'inin sadece ona aid olan soyadına yalnızca, Orman Çiftliği ve Yeşilköy'deki eski havaalanı' dolayısıyla yer verilmesine feryad ediyordu.

M. İnce, bu arada, hayat pahalılığından yakınırken, 'Kedi maması 150 lira, Peynir 200. demesi ve alkollü içkilerin fiyatına, maliyet fiyatının üç misli ağır vergiler yüklenmesi'ne itiraz ediyor ve 'bu yolla, vatandaşın şahsî yaşayış tarzına bu yolla dolaylı bir müdahale ediyorlar.' diyordu. Tabiî, bu kafa, rejimin ilk Şef'inin soyadına sığınarak, 'Onun olmadığı yerde biz yokuz.' diyordu. Bu sözlerle, o dönemde Ankara'da, Dolmabahçe'de, Yalova'da ve diğer yerlerde gece yarılarına kadar yenilip içilen sofraların, bu vergiler yüzünden şimdi tekrarlanamadığından yakınıyor gibiydi âdeta.

Ayrıca, M. İnce, ayrıca kendi asla vazgeçilemez diye kırmız çizgi olarak isme sığınırken, Diyanet Başkanı'na da, kendisinin o liderine dua etmediğinden dolayı ağır saldırılarda bulunuyordu. Halbuki sözünü ettiği o dönemin sadece bir kişisinin değil, hemen bütün üst derece yöneticilerinin İslâm'a karşı ne gibi reddiyeleri olduğunu bilmezlikten geliyor ve onun ruhu için dua istiyordu; materyalist-laik anlayışın ideolojik temelinde 'ruh' kavramına yer olmadığını bilmiyorcasına. M. İnce, ayrıca, eğitimin laik olacağına da bilhassa vurgu yapıyordu.

M. İnce, ayrıca, geçmişte, önceki Erbakan çizgisinden CHP'ye geçen M. Bekâroğlu'nun, 'CHP'nin 1923-1950 arasındaki tek parti diktatörlüğü'ne 'faşist devlet nitelemesi yapmasına da ateş püskürüyor, onun CHP'den, 'kadın kotası'ndan milletvekili seçildiğini sık sık vurgulayarak ona laf atıyordu. Çünkü 1923 rejiminin İlk ve İkinci Şef'ine 'faşist' demiş.

M. İnce, hak, hukuk ve adaletten de bahsediyordu, ama Anayasa'nın da 'Başlangıç' kısmında, hukukun kaynağı olarak 'filân ilke ve devrimler'in gösterildiğinden, ve de, aykırı düşünenler olduğunda, hemen, 'İhtimal ki bazı kelleler koparılacaktır.' 'vecize'siyle her şeyi dümdüz eden bir anlayışın faşizmden başka nasıl isimlendirileceğine değinmiyordu. Kaldı ki, KK da, bu noktada İlk ve İkinci Şef'lerin çizgisinden 'bir milim bile sapmadıkları'nı devamlı söyleyerek M. İnce'den farklı düşünmediğini sergilemiyor muydu?

İnce'nin hiç doğru sözü yok muydu?

Olmaz olur mu?

'Avrupa'dan 'aferin' bekleyenleri aşağılık kimseler olarak niteliyordu.

*

Tahsin Helvacı Bilecik'ten yazıyor: 'Geçen hafta C. Başkanı Erdoğan Bilecik'e geldi ve Osmanlı'ya çekirdeklik yapan gazâ erlerinin ve 700 küsur yıl öncelerdeki diğer cihad erlerinin türbelerini ziyaret etti ve orada Kur'an okumasını ve oradaki nefîs konuşmasını dinledim ve sadece memnun olmadım, mest oldum.

Allah hayırlı işlerde ona ve ümmet'e yardımcı olsun diyorum.'

*

Mehmed Beyhan Almanya'dan yazıyor: 'Birkaç gündür, Frankfurt'tayım. Bir Yunanlıyla karşılaştım. Nedir bu, Türkiye'yle gerginliği tırmandıran siyasetler?' dedim.

'Amerika, silahlarını satacak ve toplumları kendisine daha bir muhtaç hale getirecek kerizler arıyor.' dedi.

*Çorum'dan Emir Kılıç diyor ki: Bir Amerikan uçak gemisi Pire limanında demir attı; bir tanesi de evvelki gün İstanbul- Dolmabahçe önlerine.

Ve NATO'dan müttefikimiz olan 8-9 ülkenin konsoloslukları da bir anda kapatıldı, muhtemel terör saldırıları olabileceğine dair duyumlar aldıkları gibi gerekçelerle. Ama kendi diplomatik personelini korumak adına çekip giderken, ev sahibi olan Türkiye'ye elindeki istihbarat bilgi ve belgelerini vermediler. Bu durumda, o terör eylemlerini, onların kendi adamları planlıyor olamazlar mı?

--Bu vesileyle yakın tarihten bir başka emperyalist oyuna dikkati çekelim.

5 Eylûl 1980 günü, İngiltere, hiç bir gerekçe göstermeden, Tahran Elçiliği'ni boşaltıvermişti.

12 Eylûl 1980 günü de Türkiye'de askerî darbe yapıldı, Kenan Evren kumandanlığındaki TSK tarafından. Böylece, o zamanlar yıllar boyu, 'anarşi ve terör çıkmazı'nda bulunan Türkiye de garantiye alındı, 'Bizim çocuklar başardı.' diye verildi haber, dönemin Amerikan Başkanı Jimmy Carter'a, NATO Orduları Başkomutanı Gen. Alexander Haig tarafından.

Ve 22 Eylûl 1980 günü, 'Saddam Irak'ı' gün ortasında ve de bir anda yıldırım savaşı taktikleriyle İran'a saldırıvermişti. Havaalanları, donanma, dev petrol rafinerileri yanıyordu.

O savaş 8 yıl sürdü milyondan fazla insan eridi, iki tarafı da Müslüman olan halktan. Şimdi de, Türkiye'deki seçimleri etkilemek, gözdağı vermek için gelmedi mi o savaş gemileri, bölgeye? Nitekim açıkça söylüyorlar, 'Erdoğan'ı iktidardan uzaklaştırmalıyız.' diye.

Uydurma bir NATO programı gerekçesiyle Dolmabahçe önüne gelen Amerikan savaş gemisi, NATO programı gerçek ise, gözlerden uzak bir yere gitmeleri emredilmeli değil midir?

*Boyâbâd'dan Mehmed Kurt, 'İsmini vermeden yazdığınız bir hocanın laflarını eleştirdiniz, önceki yazıda. Ancak, okuyucu da 'Acaba kim bu?' diye başka kişileri sanmaz mı? İsim verilse daha iyi olmaz mı?' diyor.

-- Şahısları değil, zihniyetleri esas alıyoruz. Yarası olmayan gocunmasın. Ama siz de kim olduğunu fark etmişsiniz. O kişi, aktardığı rivayetlerin zayıf olduğunu belirttikten sonra yine de tekrarlıyor ve hattâ daha da genişletiyor. 'Zırva te'vil götürmez.' deyip bu gibi şarlatanların yüzüne tükürdüğümüzü düşünelim.

*