30 Ağustos Zafer Bayramı'nın 99. yılında Türkiye, yüzyıllık varoluş ve var kalış mücadelesini yeni bir dirilişle yeniden taçlandırıyor.
Bu ülke, bu millet var olsun, başı her daim dik olsun diye sadece son yüzyıldır değil iki bin yıldır can veren şehitlerimizin, gazilerimizin, milli mücadelede Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın liderliğinde ordumuza zafer getiren kahramanlarımızın ruhları şad olsun.
99 yıl önce bugün dünyanın en destansı kurtuluş mücadelelerinden biri olan Büyük Taarruz ve Başkomutanlık Meydan Muharebesi zaferle sonuçlanmıştı.
99 yıl sonra nihayet Türkiye'nin göğüne Türk kanatları açıldı.
Her alanda sağlanan gelişme ve güçlenme gibi milli savunma sanayinde geldiğimiz nokta da şükür göğsümüzü kabartıyor.
Taarruzi İnsansız Hava Araçları (TİHA) başarılı bir üretim ve test sürecinin ardından önceki gün Cumhurbaşkanı ve Başkomutan Erdoğan'ın katıldığı törenle Türk Silahlı Kuvvetleri'nin envanterine girdi.
Gökyüzünde 38 bin 39 fit (11 bin 594 metre) irtifaya çıkan, havada 25 saat 46 dakika kalabilen ve hedefleri tam isabetle vuran Akıncı TİHA'lar artık dosta güven, düşmana korku salıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan törende "Milli SİHA'lardan almak için ülkelerin sırada beklediğini" ve "Akıncı TİHA ile Türkiye'nin bu teknolojide dünyadaki en ileri üç ülkeden biri" olduğunu söylemişti.
Bu hakikati sadece müttefiklerimiz değil müttefik görünümlü düşmanlarımız bile dile getirmek zorunda kalıyor. Dünyanın seçili savunma dergilerinde ve düşünce kuruluşlarının raporlarında "Türkiye'nin aldığı mesafe ve ürettiği silahların sahayı da piyasayı da çok değiştirdiği" gizlemeye ihtiyaç duyulmadan yazılıyor artık.
Savunma sanayindeki millilik oranımız yüzde 20'lerden yüzde 80'lere ulaşmış. Bu övünç Türkiye'nin. Milli tank, gemi, tüfek ve mühimmatlardan sonra milli muharip uçağımızın ve hava savunma sistemimizin de yakın dönemde faaliyete geçmesi bekleniyor.
Bu başarı elbette tesadüfi değil. Durup dururken ulaşmadık bu seviyeye. Stratejik bir aklın, siyasi kararlılığın, yönetimde istikrarın, maddi manevi kaynak aktarımının, Türkiye'ye inancın ve emeğin neticesidir bu.
Bu aklın, inancın ve siyasetin arkasında tartışmasız biçimde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın imzası ve onun arkasında da milletin iradesi var.
Zafer bayramı işte böyle kutlanır!
İsmail Saymaz'ın bitmeyen hadsizliği mi CHP'nin iktidar vaatleri mi?
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu Çorum'a gidiyor. Aras Han'da esnafı ziyaret edecek. Bu esnada kızı ve torunlarıyla Aras Han'a alışverişe gelen Münevver Arıcı ile karşılaşıyorlar.
Kısa bir selamlaşmadan sonra Kılıçdaroğlu çocuk sevmek için vatandaşa doğru yaklaşınca Münevver Hanım önce "çocuğuma dokunma" diye uyarıyor", sonra da bu teklifsizliğe karşı "yürü yürü" diye tepki veriyor.
Ve bir anda muhalefetin hedefi haline geliyor Münevver Hanım.
Suçu, çocuğuna dokunulmasına izin vermemek, tepkisini emir kipiyle vermek ve AK Parti üyesi olmak.
CHP medyası günlerdir tam kadro teyakkuzda.
Vatandaş tepkisinin yarattığı yıpranmayı silmek için Kılıçdaroğlu'nu hoşgörünün şahı ilan edip gülüşüne yürüyüşüne türküler yakanlar da oldu, Münevver Hanım'a ağır hakaretler yağdıranlar da.
Halk TV mesela, destansı bir habercilik başarısı sergilemiş, araştırıp soruşturmuş.
Kadının adı, adresi ve üye olduğu siyasi parti Halk TV sunucusu Özlem Gürses tarafından gururla ifşa edildi.
Sonra da halktv.com.tr yazarı İsmail Saymaz kadını yerden yere vurdu. Ölçüsüz vicdansız şekilde sarf edilen hakaretler peş peşe.
Hızını öyle alamamış ki Saymaz, Kılıçdaroğlu'na sevdirilmeyen çocuğun aileden mutlaka alınması gerektiğini, asıl o kadının çocuğa dokunmaya hakkı olmadığını, devletin çocuğa el koyması gerektiğini falan söylüyor.
Gerçekten çok acayip!
Kendilerini yıllarca tevazunun, ahlakın, erdemin, değer sahibi olmanın, iyi gazeteciliğin, doğru yorumculuğun, anti taraf tarafsızlığın en baş mümessili ilan eden, sağa sola bu yolla caka satanların en ufak bir sınamada dahi açık ettikleri yüzleri bu.
Oldu canım.
CHP-HDP bir gün iktidar olduğunda liderlerinize sevdirilmeyen çocukları vatandaşın elinden alır, bir güzel de etiketlersiniz.
Zaten CHP Genel Başkanının açıkladığı gibi bir öğretmen eğer AK Parti'ye oy veriyorsa öğretmen değildir.
Doktor değildir, hakim, savcı değildir, memur değildir, işçi-çiftçi değildir, esnaf değildir, genç değildir. Hülasa insan değildir, Saymaz'ın da buyurduğu gibi.
Gürsel Tekin de ilan etmişti bir CHP icraatını: "Bir gün iktidara gelince ilk işimiz bu kirli gazetelere el koymak olacak. Sadece el mi koyacağım, buna bulaşmış bütün iş adamlarından hesabını soracağız."
CHP Genel Sekreteri Selin Sayek Böke de şöyle duyurmuştu muhalefete taraf olmayan, kamuyla çalışan şirketlere dair tehdidini. Pardon CHP vaadini: "Müzakere filan yapmayacağız. Ne müzakeresi. Buraya yazacağız: 'Bunlar artık kamunundur' diyeceğiz, devam edeceğiz".
Elbette. Bir gün gelirseniz iktidara, kurarsınız diktanızı.