İstanbul Sözleşmesi'ne karşı çıkılmasının iki genel gerekçesi var.
Birincisi, sözleşme batı toplumunun normlarına göre hazırlandığı için Türk toplumunun hassasiyetleriyle çatışmaktadır.
İkincisi, kadın hakları meselesi LGBT odaklı tartışmalara kurban edilmiştir.
Detaya girmeden bu iki gerekçe sözleşmeden çıkmak için yeterli sebeptir.
Detay için elimde yeterli çalışma var ancak bir köşe yazısının kapasitesini aşacak boyutta olduğu için bu hususta bilimin sesine kulak vererek Prof. Dr. Nevzat Tarhan hocanın sözleşmeye yaptığı itiraz gerekçelerini aynen iktibas ediyorum.
Diyor ki Tarhan hoca:
"1-İstanbul Sözleşmesinde kadın erkek eşitliği kavramı tanımlanmamıştır
2-İstanbul sözleşmesi Kadın kavramını 18 yaşın altındaki kızlar için de kullanarak, halen anne babanın doğal vesayetinde olan gençlerde 'rastgele cinselliği' teşvik etmesi bizim doğrularımız olamaz.
3-Eş yerine partner kelimesini kullanarak evlilik ve nikah karşıtı ideolojileri desteklemiştir bu bizim doğrularımız olamaz.
4- Şiddet kavramını erkek cinsiyet kimliğine indirgemektedir. Toplumsal cinsiyete dayalı, kadına yönelik şiddet nedir? Kıskançlık paranoyası şiddeti, patolojik aşk şiddeti, 'Kriminal' kişinin şiddeti, klinik vakaların şiddeti, hepsini 'toplumsal cinsiyete dayalı şiddet' veya erkek şiddeti olarak tanımlamak İstanbul sözleşmesinin tarihi yanılgısıdır. Erkek karşıtlığını destekleyen bir sözleşme adaleti sağlayamaz.
5-Eşi evden uzaklaştıran tavsiyeler yerine öncelikle zorunlu tedavi ve rehabilitasyon yapan yasalar ve yöntemler önerilmeli idi. Kadın ve erkek ilişkisini hak ve özgürlük odaklı değil güç odaklı olduğunu savunan kültürlerde aile bağları ve değerleri zayıflar, şiddet olayları ve boşanmalar artar, çocuklar mutsuz yetişirler.
6-Şiddeti fiziksel, cinsel, ekonomik ve psikolojik şiddet olarak ayrı ayrı belirtip tanımlamasının yapılmaması bulanık bir kavram olarak aile içi ilişkilere zarar vermektedir. Sorunların çözümünde 'ombusmanlık' anlamında 'aile hakemlik kurumunu' teşvik etmeyip kutsal kitabımızda olan bu kavramı, bir seçenek olarak sunmaması bizim değerlerimize aykırıdır. Çünkü boşananların %20 si geri dönmektedirler. Sonuç olarak evlenmekten korkan insanlar artmakta ve batı kültüründe çok yaygınlaşan %50 nin üzerine çıkan, nikahsız beraberlik ve çocuk sahibi olmak gizlice teşvik edilmektedir.
7-Şiddetle mücadele için kimlik savaşları önerilmesi yanlıştır. Şiddetle mücadele şiddete şiddetle karşılık vererek olmaz uzman yardımını artırmakla olur.
Aile kutsal değil birey kutsaldır diyen kişiler evlenmemeliler.
Çünkü kimse kutsal ve değişmez değildir.
Çünkü evlilik takım çalışmasıdır.Güç ve kişilik çatışmasını hızlandıran feminizm öğretisi ailenin en büyük düşmanıdır.
Bu öğreti bazen pembe bazen yeşil renkte ortaya çıkabilir, yani kültürel rengimize girip bizi içerden yaralayabilir.
8-Kadın ve erkek biyolojik cinsiyet olarak farklı genetik yapıdadır.
Taraflar sosyal ve cinsel kimlik olarak kültürün öğretisine sahiptirler.
Kültürümüzü değiştirme kararı verenler sonuçlara razı olmalıdırlar.
9-Aile içi şiddetin kök nedeni araştırıldığında ego savaşları, sorun çözme yöntemi geliştirilememesi ve bağımlılık gibi etkenler vardır. Bununla ilgili hiçbir çalışmayı önermeyen sadece ceza yöntemlerini sözleşmenin %80 ine yazan batı değerlerini bize dayatan bir sözleşme yeni doğrulara da uymamaktadır. (...)
10-Rol paylaşımı bozuluyor mu?
Eğer küresel ideoloji olarak toplumsal kimlik eşitliği adı altında kadın ve erkek kimlik öğretilerimizi değiştirirsek önümüzdeki on yıllarda aile bir arada tutan rol paylaşımı bozulacağı için evlilikler hızla dağılacak insanlar evliliği ayak bağı olarak görecekler ve dünya nüfusunun artışı duracaktır.
Ancak toplumun yapı taşı ve güvenli alanı yani sığınağı olan aile dağıldığı için toplumun ruh sağlığının bozulması mukadderdir.
11-Eğer toplumda ve ailelerde kadına ve çocuklara yönelik şiddet artıyorsa bunun çözümü kadın erkek ilişkisini düzeltmek mi yoksa erkek karşıtlığı ile rekabeti artırmak mı? Namus algısının erkek zulmünü artırdığı doğrudur, ama namusun erkek ve kadın için eşit önemde olduğunu savunmak yerine anayasal bir kavram olan ırz ve namus karşıtı söylemler oyuna gelmektir. Aile içi şiddetti önlemek amacı ile çıkarılmış bu sözleşme Ceza yasası niteliğindedir, bu konuda namus algısı ile ilgili eğitim ve toplum bilgilendirme ikinci planda kalmıştır.
12- Ensest, pedofili, eşcinsel evlilikler sosyal öğretilerdir, her kültür kendi kimliğinde özgür olmalıdır, onaylamama haklarını önlemek hiledir. Homofobi cinsiyet ayrımcılığıdır doğru ama evlilik karşıtlığı olan heterofobi de cinsiyet ayrımcılığıdır bunu da görmemek sinik felsefedir, hesap içinde olmaktır. Yerel olmadan evrensel olamayız yerelliğimizi korumak zorundayız.
13- Her türlü şiddet lanetlenmelidir, şiddeti hak arama ve sorun çözme yöntemi olarak öneren öğretilerle mücadele etmek yerine şiddet sadece erkek kimliğine indirgeme algısı oluşturmak adil değildir, erkeklerin niyetini okuyarak şiddet uygulayabilir diye potansiyel suçlu olarak gören anlayış 'kadının beyanı yorumsuz şekilde yeterli gören anlayış' adil değildir. Erkek beyanının da aynı şekilde yeterli görülmemesi masuniyet karinesine aykırıdır.
Bu sebeplerle toplumsal cinsiyet eşitliği küresel bir ideolojidir, kabul edip etmemek sosyal politikaları belirleyenlerimizin sorumluluğundadır ve vebalindedir.
Lütfen İstanbul sözleşmesinin bize dayattığı toplumsal cinsiyet eşitliği kültürel psikolojik savaşının sonucunu görelim. Cinsiyet eşitliği değil cinsiyet adaletini savunalım."