Türk tarihinin en büyük hıyaneti olan 15 Temmuz işgal teşebbüsü, kısa sürede defedildiği için boyutları tam olarak anlaşılamamıştır. Bundan istifade eden darbeciler ve işbirlikçileri, 15 Temmuz'u unutturmak için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu sebeple, bu hıyaneti "tiyatro" olarak nitelemek, işgal için kullanılan Haçlı uşaklarına damardan destek vermektir. Hele özellikle 15 Temmuz'un sene-i devriyesinde CHP üst yönetiminin yaptığı "20 Temmuz darbesinin mağduru olan bütün KHK ihraçlarını geri döndüreceğiz" açıklamasının 15 Temmuz'a katkısı, millete kurşun yağdıran FETÖ katillerinden daha az değildir. Beş yıldır planlı olarak yürütülen bu algı operasyonu sonucunda 15 Temmuz hakkındaki farkındalık ciddi ölçüde azaltılmıştır. Nitekim FETÖ firarileri, "15 Temmuz'a tepki söylemleri her yıl biraz daha azalıyor" diye zil takıp oynuyor.
Oysa 15 Temmuz öyle bir alçaklıktır ki, diğer darbelere benzetmek bile sıradanlaştırmaktır. Star Gazete olarak, bu operasyonu farklı bir yöntemle ifşa etmek için her görüşten kanaat önderlerine ve bu saldırılara göğsünü siper eden vatandaşlarımıza "15 Temmuz hedefine ulaşsaydı bugün nasıl bir Türkiye olurdu?" sorusunu yönelttik. Cevapları star.com.tr'den izleyebilirsiniz.
Biz de bu sorunun "zor" cevabını dilimiz döndüğünce vermeye çalışalım:
15 Temmuz'un; yanlış bir genelleme ile "darbe" diye anılması, önceki darbelere benzediği algısını oluşturmakta; gerçek sonuçlarını doğru tahmin etmemizi engellemektedir.
Şöyle ki...
-1960'ta darbe vurulan DP'nin devamı olan AP'nin; 5. yılda tek başına iktidara geldiği gibi...
-1980 darbesinden 3 yıl sonra normalleşen Türkiye'nin; Özal liderliğinde daha güçlü adımlarla yoluna devam ettiği gibi...
-28 Şubat darbesinden 5 yıl sonra, planları tersine çeviren Türkiye'nin; Erdoğan ile uzun soluklu bir şahlanışa geçtiği gibi...
15 Temmuz'un 5. yılında da Türkiye; bütün tahribatları geride bırakarak, demokrasi ve kalkınma yoluna kaldığı yerden devam edebilecek miydi?
EMPERYALİST İŞGALİ, KEMALİST DARBE GİBİ GÖSTERDİLER
Önce şunun altını çizelim ki, yabancı istihbarat örgütlerinin katkılarıyla eksiksiz bir plân hazırlamış, mutlaka sonuca ulaşmak için her tedbiri almışlardı. Allah şaşırtıp; darbe erkene alınmasaydı, 16 Temmuz sabahı çok farklı bir Türkiye'ye uyanacaktık.
O akşam yönetime el koyan cuntaya, 27 Mayıs'ın "Milli Birlik Komitesi"ni ve 12 Eylül'ün "Millî Güvenlik Konseyi"ni taklit ederek; "Yurtta Sulh Konseyi" demeleri, darbenin; emir-komuta zinciri içerisinde yapıldığını iddia etmeleri ve bildirilerinde; abartılı "Kemalist" vurgusu yapmaları; önceki darbelerin devamı gibi göstererek "dokunulmazlık" hedefleyen bir takıye idi.
Nitekim önceki komite ve konseyler, yönetime "geçici olarak" el koyduklarını, ilk fırsatta demokrasiye dönüleceğini açıklamışlardı ki, yukarıda hatırlattığımız siyasi normalleşmeler de bu sayede gerçekleşmişti. Oysa Fetullahçılar, ülke yönetimini asla devretmeyecekti.
Peki 15 Temmuz sonrası nasıl bir "Türkiye" dizayn edilmişti?
O akşam TBMM feshedilmiş ve yönetime fiilen el konmuştu. Yani darbe konseyi, yürütme ve yasama yetkisini kendi üzerine almıştı. Zaten FETÖ işgalinde olan yargı ise, "Sıkıyönetim Mahkemeleri" ile kontrol edilecekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan mutlaka çatışmada(!) öldürülmüş olacak, Başbakan Binali Yıldırım başta olmak üzere bütün yöneticiler tutuklanacaktı.
Yönetimi ele alan Yurtta Sulh Konseyi ilk adım olarak, bütün vali ve kaymakamları görevden almış; yenilerini atamıştı. Asıl yetki ise, il sıkıyönetim komutanlarında olacaktı. Ayrıca Sıkıyönetim Direktifi listesine göre Başbakanlık ve bütün bakanlıklara "müsteşar", Devlet Personel Başkanlığı'na ve Merkez Bankası'na "başkan", Emniyet Genel Müdürlüğü'ne, kamu bankalarına, TÜRKSAT, MİT, AA, TRT, AFAD, MKE gibi stratejik kurumlara da "genel müdür" atanmıştı. Bunların tamamı Fetullahçı TSK mensupları idi. Bugün cezaevlerinde hesap veren darbecilerin her biri, askerî pozisyonları sabit kalmak üzere kritik görevlere atanmıştı.
Mesela, o gece hedeflerin hatasız vurulması için uçaklara sniper cihazı taktıran ve vurulacak hedefleri belirleyen Hakan Evrim, yeni Türkiye'de; çocuklarımızın eğitiminden sorumlu müsteşar olacaktı. Cumhurbaşkanı Erdoğan'a suikast operasyonunu yöneten Şahin Sönmezateş ise MİT Müsteşarı olarak atanmıştı.
Hasılı Fetullahçılar; Türkiye'ye el koymuştu.
İRAN'DA "AYETULLAH", TÜRKİYE'DE "FETULLAH"
Yeni yönetim yapısının tepesindeki, Yurtta Sulh Konseyi Başkanı, sadece görüntüdeki "kukla" başkan olacak; bütün talimatlar "yukarı"dan gelecekti.
"Ben Kıtmirim" muhabbetleriyle "mütevazı"lık taslayan Fetullah Gülen, benzersiz bir kibir dağıdır. Risk alıp; gasp ettiği devlet yönetimindeki "1 numara"yı başkasına bırakacağını düşünmek ahmaklıktır.
O, İran'daki "Ayetullah"lar gibi; Türkiye'nin "Fetullah"ı olacaktı. İncek sırtlarındaki; "Ankara'nın en yüksek sarayı" bunun için hazırlanmıştı. Türkiye, "dinî lider" takıyeli bir diktatör tarafından yönetilecekti.
Peki bu ne anlama gelecekti?
DARBE GERÇEKLEŞSEYDİ BATI İLE HİÇBİR PROBLEMİMİZ KALMAYACAKTI!
Öncelikle dış politika tamamen değiştirilecek, "Batı ile sıfır sorun" dönemi başlayacaktı. Aynen Kılıçdaroğlu'nun vadettiği gibi artık Avrupa ve Amerika ile hiçbir meselemiz kalmayacak, hepsiyle "sulh" içinde olacaktık! Zaten Haçlılar kimsenin inancına, namusuna, mabedine ilişmiyordu!
Bu politikanın gereği olarak, Suriye'ye giden askerlerimiz geri dönecekti. Artık Mehmetçiğin ayağına taş değmeyeceği için Meral Hanım da huzura erecekti! Askerlerimiz Suriye'ye, terörü kaynağında yok etmek için gitmişti ama "PKK'lı arkadaşlardan" bize bir zarar gelmeyecekti! Sınırımızda bir terör devleti kurulacaktı ama PYD, terör örgütü olmadığı için endişeye gerek yoktu! Bu durumda, Batılı dostlarımızın sinirini bozan SİHA'lara da ihtiyaç kalmayacaktı!
Doğu Akdeniz ve Libya gibi gergin ortamlardan da çekilerek, "Cihanda Sulh"u hakim kılacaktık. Zaten bu kadar zamandır, bir kova petrol bile çıkaramamışlardı! KKTC'de ise ilk seçimde bir "Akıncı" gelecek; tereyağından kıl çeker gibi Kıbrıs problemini çözecekti!
Yani dış politikada yeni bir sayfa açılacak BAE'den Suudi Arabistan'a, Mısır'dan Esad'a hatta İsrail'e kadar hiçbir devlet ile problemimiz kalmayacaktı!
Düşmanımızın kalmadığı bir ortamda, tabii ki, "savunma" da mantıksız olacak, "Rusya, S-400'lerini al başına çal" diyecektik!
Kısaca, dostumuz Amerika ne isterse o olacaktı.
"YURTTA SULH" HİÇ OLMAYACAKTI
İstiklâlimizi ve istikbâlimizi feda etme pahasına bir "Cihanda Sulh"umuz olacaktı ama korkarım "Yurtta Sulh", sadece konseylerinin adı olarak kalacaktı.
Çünkü "Paralel Devlet" iken güç zehirlenmesine duçar olarak herkesi sinek gibi gören FETÖ, artık "her şey" oldukları yeni Türkiye'de "Firavun"a dönüşecek ve görülmemiş bir "intikam" dönemi başlayacaktı.
Özellikle "Dinlerarası Diyalog" sapıklığını yeniden ihya edecek, bu Vatikan Projesi'ne daha önce karşı çıkan kim varsa, doğduğuna pişman edeceklerdi!
Netice itibariyle, PKK başta olmak üzere; bütün bölücü ve yıkıcıların "özgür" ama milliyetçi ve dindarların "esir" olduğu bir Türkiye oluşturacaklardı.
15 Temmuz gecesi, tankların; yağan bombaların önün gerilmekte hiç tereddüt etmeyen Türk milleti, tabii ki bu yedi düvel taşeronlarının vekâleten işgal hıyanetlerine de göz yummayacak, iç savaş kaçınılmaz olacaktı. Yani Allah muhafaza; Suriye'den beter bir Türkiye oluşturulacaktı.
Kan gövdeyi götürebilirdi ama onlardan istenen de buydu. Binlerce DEAŞ ve PKK militanı bunun için sınırda bekliyordu.
"FETÖ TEHLİKESİ BİTTİ" DİYEBİLİR MİYİZ?
Aradan beş yıl geçtiği halde her gün yeni operasyonlara uyandığımız bir ülkede, FETÖ'nün bittiğini söylemek bir gaflettir. Kaldı ki, FETÖ ile mücadelede yargı boyutu; devede kulaktır. Nitekim davalar sonuçlandığı halde "deve" hâlâ dimdik ayakta olup, kulağı bile kökten kesilememiştir. Sadece, suçüstü yakalananlar ceza alsa da, "örgüt" hiçbir şey kaybetmemiştir.
Zaten FETÖ, işi biten yakıt tanklarını bırakarak yükselen uzay roketleri gibi, insanları kullanıp çöpe atarak ilerleyen bir örgüttür. Yani bu cezaların FETÖ'ye hiçbir zararı yoktur. Hatta bunlar üzerinden yürütülen mağduriyet propagandalarıyla; güç bile devşirmektedir.
FETÖ'yü bitirmenin tek yolu, tamamen itibarsızlaştırarak, marjinal bir menfaat örgütüne dönüştürmek, böylece; malî ve insanî taban desteğini önlemektir. Yani, bütün dünya desteklese bile, Türkiye'de desteğin bittiği gün, FETÖ'nün de bittiği gündür.
FETÖ İLE ETKİLİ MÜCADELE EDEBİLECEK TEK KURUM DİYANET'TİR
FETÖ'yü hırpalayacak tek mücadele, bugünkü konuma gelmek için dinimizi nasıl kullandıklarının açığa çıkarılması, yüzsüzlüklerinin yüzlerine vurulmasıdır.
Bu gerçeği; etkili olarak ortaya koyabilecek tek yetkili kurum ise Diyanet'tir.
Ancak ne hazindir ki, İslamiyet'i saldırılardan koruması gereken bu kurum, FETÖ'nün istismar imparatorluğunun en büyük destekçisi olmuştur.
58, 59 ve 60. hükümetlerde Diyanet'ten Sorumlu Devlet Bakanı yapılan Mehmet Aydın, kendisini dinler arası diyalog ve FETÖ'ye adamış biridir. Diyanet'in hatta devletin bütün imkânlarını FETÖ'ye hizmet için yıllarca seferber etmiştir.
Din şuralarını tamamen FETÖ'ye tahsis eden Diyanet bu yüzden, dinler arası diyalog talimatlarıyla dolu 2, 3 ve 4. din şuralarını resmî sitesinden; tamamen çıkarmak zorunda kalmıştır. Sitelerindeki; 1. Din Şurası'ndan sonra, pat diye 2014'te yapılan 5. Din Şurası'na atlama ayıbını, format değiştirerek kapatabilirler ama silemeyecekleri kayıtlar da vardır.
Diyanet İşleri Başkanlığı bu vebalini, bilinenleri tekrarlayan raporlarla veya 15 Temmuz gecesi okutulan salalarla ödeyemez. 9 Temmuz Cuma hutbesinde FETÖ'nün din istismarından bahsedildi. Ancak kartlaşmış bu fitnenin, bir günkü yüzeysel yüzleşme ile bertaraf edilmesi mümkün değildir. Diyanet, FETÖ narkozundan gerçekten çıkmış ise bütün teşkilatı seferber ederek Fetullah Gülen'in bir İslam düşmanı, dinler arası diyalog safsatasının ise hoşgörü ambalajına sarılmış bir misyonerlik faaliyeti olduğunu anlatmak, doğru dinî bilgi için Ehl-i Sünnet âlimlerinin yazdığı kaynakları tavsiye etmek zorundadır. Belki bu sayede, FETÖ ile omuz omuza, yıllarca hırpaladığı sahih İslam'a olan borcunu ödeyebilir.
Hakeza, Abant'taki dinler arası diyalog hıyanetine hizmet eden bazı muhafazakâr "önder"ler, hâlâ "muteber" bir eda ile salına salına ortalıkta dolaşıyor ama FETÖ ile mücadelede kılını bile kıpırdatmıyorlar.
Ama unutmasınlar ki, Diyanet'in ve bu kişilerin susması, FETÖ'ye hizmetlerinin devam etmesi anlamına gelmektedir.
Artık, kendileri bilir...