Yaşayan en büyük iki şairden biri olarak gördüğüm (diğeri İsmet Özel'dir), üzerimde büyük emeği olduğunu bildiğim Sezai Karakoç'un vefat haberini aldığımdan beri zihnim -her biri beni başka yere çağıran- şiirleriyle dolu.
Mısraların yankısına karışıyor duyduklarım.
İki bin yirmi bir kasımında, ikindi vakti, Fındıkzade'deki evinden Şehzadebaşı Camiine taşınıyor naaşı.
Tekbirler, salavatlar, dualar.
Avluda toplanmış diri kalabalıklar...
"Yerleşecek yer aramak
Camiinin avlusunda
Soğuk bir taşa oturmak
Gün doğmadan Şehzadebaşı'nda".
**
Onun hayatımdaki yerini konumlandırmaya, yokluğunun anlamını tanımlamaya çalışıyorum.
Yokluğu yokluk gibi değil.
Varlığı da var gibi değildi.
O kocaman külliyatı olmasa, bir de "iyi bilirdik" diye ağlaşan sevgili şahitler, varlığına başka delil bulunamayabilir.
Uzatılmasını istemediği bir dünya sürgününden azat edildi sonunda.
**
Onunla aynı çağda yaşamanın verdiği güveni, kendiliğinden gelen o telaşsız zahmetsiz kıvancı duymayacağız bir daha evet.
Beyazıt'ın oralarda, Cağaloğlu yokuşunda, sokağı dönünce, tramvay raylarının uzayan kollarında "acaba o mu" diye heyecana kapılıp bakınmayacağız etrafa.
Üniversiteli mahcubiyetine bulanan çelişkiler çoktan geride kaldı. "Bir selam versek mi?", "durdurup konuşsak ne olur ki, teşekkür etsek şiirleri nesirleri fikirleri için, isyanımızı nasıl vakarla taşıyacağımızı bize öğrettiği için..."
Rahmetli Nusret Özcan'ın, rahmetli Hamit Can'ın ta Yeni Şafak'tayken ayarlamaya çalıştığı ziyaret planları geride kaldı.
"Madem o her şeyden ve herkesten uzak durmayı seçiyor, biz kitaplarını okuyalım, onu rahatsız etmeyelim" deyişlerim var geride. Nusret Abinin gür gülüşleri. Hamit Bey'in mahcup gülümsemesi.
**
Çok büyük bir şairi, derin bir mütefekkiri, nesiller dirilten dava adamını ve şehrin göbeğindeki münzeviyi kaybettik. Gözümüzün önündeki dervişi uğurladık dâr-ül bekaya.
Üzgünüz ama mirası burada.
Şiirleri, fikirleri, külliyatı, diriliş fikri, umudu burada.
Kitaplığıma bakıyorum hasretle. Kapakları sararmış yıpranmış olsa da en müstesna yerdeler. Sayfaları cildinden kopmuş kiminin. Eksikler var. Alıp okumadıklarım da var, birilerine verip geri alamadıklarım da.
Epey zaman olmuş Karakoç okumayalı, ne fena. Ama kimi mısraları hiç bırakmamış elimi.
"Ey yeşil sarıklı ulu hocalar, bunu bana öğretmediniz" serzenişinde buluyorum sesimi.
İnsanın dünyadaki varoluş sancısını, dirilişin muştusunu Hızır'la Kırk Saat'te.
Hem bilge hem saf çocuk. İslami geleneğin gür ve rafine sesi.
İslam birliği, insan birliği ideali.
Çağımızın Yunus Emre'si, Fuzuli'si.
Sibel Eraslan'ın anlattığı gibi onun şiirleriyle İslam'ın sevinci kaplar içimizi.
Münzevi bir hayatı seçti. Ödüllere, iltifatlara, paraya pula, nefsin dahil olduğu şeye tevessül etmedi.
Roman dışında edebiyatın hemen her türünde eser verdi. Çeviriler de yaptı ama evrensel bakışına, muazzam fikri mimariye, büyük kurucu şiirine rağmen kitapları -sanırım hala- başka dile çevrilmedi.
**
Türkçenin son büyük şairi, ardında bıraktığı boşluğu onaran kocaman bir külliyat bırakarak gitti.
Diriliş neslinin her yaştan evlatları, her meslekten mevkiden sevenleri ardından hatimler indirdi, o toprakla kavuşmadan dualarla sarmaladı.
Emeği, eseri büyük. İnşallah mekanı cennet, makamı da âli olsun.
Diriliş Partisi Genel Başkanı sıfatıyla Bosna Hersek'in bilge lideri Aliya İzzetbegoviç'e yazdığı mektupta dediği gibi "Allah'ı unutmayan millet ölmez". Nasihati pusulamız olsun.
Aziz milletin nesillerini dirilten, kırık kalplerimizi onaran, bizi umutla muştulayan Sezai Karakoç'a rahmet olsun.
Milletin ümmetin başı sağ olsun.